13 Mart 2015 Cuma

Kuyucaklı Yusuf /SABAHATTİN ALİ


Ana karakter Yusuf anne ve babasının eşkıyalar tarafından öldürülmesi üzerine küçük yaşta kimsesiz kalır. Bu olayın araştırılması için Yusufların evine giden kaymakam Selahattin Bey sağ kalan kişinin sadece Yusuf olduğunu görünce ona acır ve yanına alarak evlat edinir. Selahattin Bey'in Yusuf'tan küçük Muazzez adında bir de kızı vardır. Kaymakamın eşi Şahinde Hanım Yusuf'u hiçbir zaman kabullenemez ve ona düşman gibi davranır. Yusuf da onu bir türlü sevemez. Tayini çıkan aile Edremit'e taşınır.

Şahinde Hanım kızıyla Yusuf'u evde bırakıp o komşudan o komşuya gezen bir kadındır. Selahattin Bey de işi dışında geceleri içki alemlerine takılıp eve geç gelir ve evdekilerle ilgilenecek durumda olmazdı. Anne ve babanın bu durumundan dolayı en çok birbirleriyle iletişim kuran Yusuf ve Muazzez arasındaki bağ zamanla daha da güçlenir. Yusuf Muazzez'i herkese karşı korumaktadır. Muazzez biraz daha büyüyünce annesi ev gezmelerine onu da yanında götürmeye başlar. Yusuf bundan hoşlanmasa da sesini çıkarmaz.

Nüfuzlu ve zengin ailelerden birinin oğlu olan Şakir Muazzez'e laf atınca Yusuf ve Şakir arasında bir kavga yaşanır. Yusuf'tan intikam almak isteyen Şakir Muazzez'in Yusuf için ne kadar önemli olduğunu anladığından intikamını Muazzez aracılığı ile almak ister. Ailecek gidip Muazzez'i isteseler Şakir gibi bir serseriye kız vermeyeceklerini bildikleri için Şakir ve babası bir plan yaparlar. Selahattin Bey onlarla oynadığı kumarda ödeyemeyeceği kadar borçlanır. Bu olaydan sonra her ne kadar istemese de kızı Muazzez'i Şakir'e vermeye mecbur kaldığını hisseder. Bu durumu Yusuf'a açınca Yusuf o parayı arkadaşından borç alarak tedarik eder ve borcu kapatır. Yusuf ile Muazzez arasındaki yakınlık farklı bir boyut almıştır. Kabullenmekte zorlansalar da kardeş gibi büyüyen Yusuf ve Muazzez birbirlerine aşıktırlar. 

Devamını daha fazla anlatmayayım. Biraz daha yazarsam hızımı alamayıp kitabı özetlemiş olacağım :) Bunlardan sonra dramatik olayların sizleri beklediğini söyleyebilirim en azından.

Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı ve İçimizdeki Şeytan'dan sonra okuduğum üçüncü romanı. Kuyucaklı Yusuf da akıcı, merak duygusu uyandıran bir roman. Ancak beklentimin biraz altında kaldı. Ama en çok satanlar listesinde ilk sıralarda olduğunu da söylemeliyim. Beklentimi karşılamamış olsa da bence okunması gereken bir roman, tavsiye ederim.

İyi okumalar...

10 Mart 2015 Salı

Friends'in Bitişi, Yarattığı Boşluk ve Bağımlılık Yapacak Yeni Dizi Arayışı (Azıcık Spoilerlı :))

Yatakta yatıp, göbeğimde laptop, yanımda cips, keyifle, kahkahayla izlediğim Friends'i malesef ki bitirdim. 10 sezonu bitmesin diye bazen birer bölüm birer bölüm izledim. Çünkü korktum. Neden mi? Ben izlediğim yada okuduğum birşeyi tekrar izleyemem, okuyamam. Ne kadar beğenirsem beğeneyim. Yine böyle olmasından korktum. Ama bu defa bu huyumu bir kenara bırakıyorum. 


Friends ara ara izleyip aynı esprilere tekrar güleceğim bir dizi olacak. O kadar severek izledim ki.Bitti diye boşlukta hissediyorum kendimi. Son sezonu bir anda bitiriverdim zaten. Grip olup 4 gün eve kapanınca az izlememin imkanı yoktu.

Monica'nın temizlik hastalığını, başarı hırsını, rekabet takıntısını, heyecanlı hallerini, I knooww diye bağırışını, Chandler'ın kendine has kimsenin gülmediği esprilerini o sevimli hallerini, Joey ile muhabbetlerini, Ross'un mesleğiyle ilgili konuştuğunda herkesin suratını ekşitmesini, şapşal hallerini, iyi bir ilişki arayışlarını, Rachel'ın sempatik, duygusal hallerini, bazen Ross'u kıskanıp bazen de Joey'e göz koymasını, Joey'nin harika esprilerini, yemek deyince kendini unutmasını, yemeklerini kimseyle paylaşmamasını, çocuk hallerini, en önemlisi de beğendiği kadınları how you doin diyerek süzmesini, gözlerini patlatışını, mimiklerini, Phoebe'nin tuhaf ama tatlı hallerini, patavatsızlığını hepsini çok özleyeceğim. Ne olursa olsun birbirlerini olduğu gibi kabul etmelerini, dostluklarını, birbirlerinin evine pat diye girişlerini izlemek gerçekten çok keyifliydi. 

Son bölümü gözlerim dolarak izledim. Bu kadar duygusal bir son hiç beklememiştim. Hatta dizide sevmediğim tek şey son bölüm oldu. Ne bileyim daha farklı bitebilirdi. Mesela tekrar birleşen Ross ve Rachel'ın düğünü gibi. Fazla acıklıydı. Bir kahve içelim mi şeklinde bitmemeliydi yaa. Bu dizi bunu haketmedi bence. Phoebe'nin Mike'la evlenmesi, Chandler ile Monica'nın bir tane evlat edineceklerini beklerken 2 tane bebişleri oluvermesi, Ross ve Rachel'ın tekrar birleşmesi hepsi bomba olaylardı. Ama Chandler ile Monica'nın başka ev alıp o evden ayrılmaları, çocukları olamayacağını öğrenmeleri, o evin bomboş olması işte o anlarda çok üzüldüm. Hayatı değişmeyen tek kişi Joey. Aslında onunla ilgili bir sürpriz bekliyordum. Ama olmadı.Her biri birbirinden çok farklı ve kendine özgü karakterler. Hepsine ayrı gülüyordum. En sevdiğim karakter şudur diyemem bile. Hepsi benim bebeklerim :D

Şimdi yeni dizi arayışlarındayım. Friends'in yerini tutar mı bilmem ama kafamda bir kaç tane var başlarım en kısa zamanda izlemeye. Tabi önerilerinize de açığım :) Ciddi ciddi boşluktayım. Bir dizi deyip geçmeyin benim için vazgeçilmez birşey olmuştu. Artık kafama estikçe izleyip izleyip hasret gideririm. Şimdi düşünüyorum da ne kadar geç kalmışım bu diziyi izlemek için. Geç olsun güç olmasın diyelim bari. Keşfedilmeyi bekleyen yeni diziler var. İdare etmeyi öğrenmem lazım :)






Sonuç olarak; Ve İşte SON !  :(


4 Mart 2015 Çarşamba

Benden Keşkelere...

Anahtarları ev sahibinden alıp apartmana girdim. O "bildiğim" kata çıktım. Değişen şeyler de vardı tabi. Mesela otopark, asansör gibi. Ama ben yine de o "bildiğim" merdivenlerden çıktım "benim" diyeceğim eve. Sanki yıllar geçmemiş gibi, "o zamanmış" gibi anahtarı çevirdim. Hafif bir tıkırtıyla döndü. Tanıdık olan bir çok şey olsa da kapıyı açtığımda beni karşılayacak "birilerinin" olmadığını biliyordum. 

Ardımdan kapıyı kapatıp holü geçtim. "Salonumuza" geldim. İster istemez derin bir nefes alıp içime çektim havayı. O zamanlar "sıkma şunu bu kadar nefes alamıyorum, çocuklara zararlı" dediğim parfüm kokusu yoktu. Tek duyumsadığım duvar boyasının keskin kokusuydu.

En önemli kuralımızdı. Yemek saatinde herkes mutfaktaki o masada olurdu. Ama en güzel sohbetler de işte o andaydı. Salona geçildiğinde herkes kendi keyfinin derdine düşerdi. Ben gazeteye yada haberlere dalardım. Çocuklar ödev yada oyun peşinde... Yade de evi bir an önce toparlayıp dizisini izleme derdinde olurdu. Hatta bazen çıt çıkmaz, çocukların odasından azıcık ses geldi mi "şşşttt sessiz olun bakayım" cümlesini düşünmeden sarfederdik. Aklımdan bunları geçirirken kendimi mutfakta buldum.

Çıkan kiracı bir sandalye bırakmış, camın önünde de küllük. Sanki "tek" bir adamın geleceğini biliyorlarmış gibi. Hemen oturdum tabi, yaktım bir sigara. Pencereden bakınca tanıyamadım mahalleyi. Ne çok değişmiş meğer. Her gün geçtiğim sokakların farkında değilmişim. Balkonda bir saksı çiçek çarptı gözüme. Yaprakları kurumuş dökülmüş... Oysa ne güzeldi bizim balkonumuz. Rengarenk, türlü türlü çiçekler. Hatta Yade bazen "komşuların nazarı değiyor" deyip en sevdiklerini içeri saklardı. Gözü gibi bakardı onlara. Bıraksak saatlerce konuşup dertleşirdi. Hı ben de bunu hiç anlayamazdım ya neyse. 

Tekrar mutfağa çevirdim bakışlarımı. Bir çok anı geçti gözümün önünden. Tartışmalarımız en çok da... Acaba başka türlüsü olamaz mıydı? Daha tahammül edilebilir olsaydık, ne bileyim suçlamasaydık bu kadar. Becerebilir miydik ki? Ne olurdu şimdi çocukların "bu oda benim olacak öteki senin" diyen heyecanlı seslerini duysak. Yada duvarlar ne renk olsa diye planlar yapsak. Perdeler yere kadar mı olacak yoksa yarım mı olsa? Acaba eşyalarımız sığar mı ki? Yoksa mutfak biraz küçük mü? Ama olsun yeter bize herhalde... Ne güzel heyecanlardı. "Yaşayacağımız" ama o aşamaya gelmeyi beceremediğimiz bir sürü anı... 

Yıllar önce "bizim" olan evi yıllar sonra tekrar almayı düşünmek. Ama bu kapıyı sadece "ben" olarak açmak. Bu evdeki sessizliğin gürültüsü altında ezildim. Ağır geldi, hiç olmadığı kadar... Meğer ben bu evden çıkarken kendi üzerime kilit vurmuşum. Hissizleşmişim o zamandan sonra. Şimdi anlıyorum...

Evet başta şanslı olduğumu düşünsem de bu kapıdan girince yanıldığımı anlamıştım. Bu kadar "dolu" bu kadar "kalabalık" ve bu kadar "bizim" olan bir evde yalnızca "ben" olarak sessizliğimle yaşayamazdım. Sigaramı yarım bırakıp, küllükte söndürdüm ve şöyle son bir kez göz gezdirip vücudumdaki ürpermeyle hiç olmadığım kadar "yalnız" çıktım o evden, evimizden...  Ve bu defa tanımıyormuş, bilmiyormuş gibi yapıp asansörle indim aşağıya.  Hiç bu kadar gerçek bir şekilde yüzleşmemiştim hatıralarla. 

Kendime göre, oldukça yabancı bir ev bulmalıydım. Küçük bir yatakodası olsa, bir de salona birkaç eşya koydum mu tamamdır. Bir oda da boş kalır büyük ihtimalle. Bu kadarım çünkü, buyum...Şimdi keşke diyorum, keşke... 


(Bu da böyle az biraz gerçek, az biraz da kurgu olsun benden size :))

Günaydın herkese...


2 Mart 2015 Pazartesi

Bugün Güzel Pazartesilerden... (Küçük Bir de Dedikodu :))

Güneş kendini gösterdi ya keyfime diyecek yok. İlkbahar gelince yataktan daha kolay kalkıyorum, yorgun uyanmıyorum, 5 dk daha diye alarmı kapatıp durmuyorum, sendromsuz ve mutlu başlıyorum güne. Tüm bu sebepler gösteriyor ki kışın ve sonbaharda bol bol şikayet ediyorum kendimden, herşeyden. Gerçekten de öyle bazen o kadar bunalıyorum ki sürekli uyumak istiyorum. Neyse ki artık Marta giriş yaptık. İlkbahar kesinlikle benim mevsimim.

Neyse direk dedikoduya geçeyim ben :) Serkan'ın annesiyle anneannesi bize geldiler. Daha önce de bir defa gelmişlerdi ama aynı gece tesadüf habersiz misafir gelince açıkçası kimse istediği gibi davranamadı. Bu sefer herşey çok güzeldi. Tabi ki yine çok heyecanlandım. İşten geldiğim gibi hemen makyajımı silip yeniden yaptım, saçlarımı tekrar yaptım sonra da heyecanla Serkan'dan "evden çıktık" mesajı bekledim :) Serkan annelerini bıraktıktan sonra gitti.

Anneannesi çok konuşkan ve çok sevimli. Ama annesiyle konuşurken hala çok geriliyorum. O gerginliği babasıyla yaşamıyorum mesela. Özel günlerde yada bir hastalıkta rahatça arayıp hal hatır sorabiliyorum. Annesiyle konuşurken neden geriliyorum anlamış değilim. Zamanla aşarız sanırım :) Tabi bu defa habersiz bastıran misafirler olmayınca herşeyden konuştuk. Söz, nişan, çeyiz, düğün, nerede oturabileceğimiz ve daha biiirr sürü şey :)

Annesi Serkan'ın bilmediğim bir sürü huyundan bahsetti. Ama ona anlatmadım. Sonra kayınvalideciğim hemen yetiştirmiş demesin :D Eve gidecekleri zaman Serkan almaya geldi. Anneannesi merdivenleri yavaş yavaş inmeye çalışırken ben de o arada kapıda Serkan'la fingirdemeyi ihmal etmedim tabisi :D Bahçe dışında beklerken ısrar ede ede kapıya kadar getirdim çocuğu :D Yaptığımız kekten poğaçadan ona da ayırdım tabi ki kıyamam hiç :) Tam onlar gitti arkadan babam geldi. Serkan'la aramızdaki ilişkiyi bilmediği için bize gelmelerini gayet normal karşıladı :)

Asıl heyecanlı kısımlar Serkan'lar eve gittikten sonra annesinin yorumlarını anlatmasıydı tabi. Yorumların ana teması ne kadar kokoş olduğumla alakalı daha çok :) Ama bunlar eleştiri değilmiş Serkan'ın söylediğine göre. Annesinin hoşuna gidiyormuş böyle olması. Gitmese de yapacak birşey yok ben buyum ne yapayım yani :)

Anneannesi "üçüncü gelişimizde seni de alıp gideceğiz inşallah" diyerek son noktayı koydu :D

İşin içine yavaş yavaş ailelerin girmesi o kadar hoşuma gidiyor ki. Çok tatlı heyecanlar bunlar.

***
Dün Serkan'la buluştuk. Sokaklar o kadar kalabalıktı ki. Herkes çoluk çocuk dışardaydı. Bir de böyle dallarda renklenmeye başlayan çiçekleri gördüm ya işte tamamdır dedim artık. Bütün günü beraber geçirmemize rağmen bana yetmedi, yettiremedim :) Geçen hafta buluşamamıştık. Bu hafta uzuuun bir telafisi oldu kaçırdığımız saatlerin. Önce sinemaya mı gitsek diye düşünsek de o güzelim havadan vazgeçemedik. Uzun yürüyüşler yapıp, çay kahve tavla keyfinden sonra da birlikte güzel bir yemekle tamamladık buluşmayı. 

Şaka maka zaman çok çabuk geçiyor. Çıkmaya başlayalı 1 buçuk sene oldu. Askere gitmesine de daha çok varmış gibi geliyor ama zaman daralıyor farkında olmadan :( Daha şimdiden kara kara düşünüyorum. Bu konuda annesiyle aynı duyguları paylaşıyoruz. Tek çocuk olduğundan dolayı da biraz kıymetli beyefendi :)

Serkan'la oturup geleceğe dair planlar yapmak, herşeyi paylaşmak, birlikte gülmek, birlikte üzülmek o kadar güzel ki. Geçen hafta hastalandı vallahi sanki benim bir parçammış gibi düşündüm, aklım hep ondaydı. Bir de hastayken bir nazlı ki aman aman :) 

Bloğa eskisi gibi zaman ayıramayışımın sebeplerinden biri Serkan evet evet onu suçlayabilirsiniz :D Daha doğrusu şöyle söyleyeyim. İkimiz için zaman harcayıp çaba göstermem gereken şeyler var. Bu süreci atlattıktan sonra daha sık olacağım buralarda. Şimdilik bu şekilde idare etmeye çalışıyorum işte.

Benden bu kadar. Şimdi öğle yemeği vakti :)