30 Haziran 2014 Pazartesi

Reenkarnasyon MİMİ (Bolca Kafa Karışıklığı İçerir)

xCoacha kendimi zorla mimlettim :) Bir mime böyle zorla sahip olunur :D
Mimin konusu başlıktan da anlaşıldığı üzere reenkarnasyon. Şimdi önce şu soruyu soruyorum kendime reenkarnasyona inanıyor muyum? Aslında inanmayı çok istiyorum. Ama beni inandıracak yeterli delile ulaşamadım henüz :) Yani daha önce başka bir hayatım olmuş gibi hissetmiyorum. Ama nedense ölmek ve bir anda dünyadan silinip gitmek bana anlamsız geliyor. Bence bir şekilde devam etmeli. Böyle bitemeez :) Ama işte buna da tam anlamıyla reenkarnasyona inanıyorum denilemez.  Cennet,cehennem,ahiret hayatına gelirsek açıkçası onlarla da bir bağ yok aramda inanç olarak.

O yüzden reenkarnasyona inanmak isteme çabalarım doğrultusunda cevaplar vereceğim biraz. Ayrıca tek tek kimseyi mimlemeyeceğim. Konusu dikkatini çeken, bu konudaki fikirlerini paylaşmak isteyen herkes mimlendi! :)

*Bunda yada başka bir dünyada birden fazla kez yaşadığına inanıyor musun?
Yukarda da söylediğim gibi inanmayı çok istiyorum. Birden fazla kez yaşadığım hissine hiç kapılmadım. Ama umarım  bu dünyadan defolup gittikten sonra hangi dünyada olursa olsun tekrar bir yaşamım olur :) Yani en azından böyle hayal ediyorum.

*Buna seni inandıran şey nedir?
Maalesef henüz inancını sağlayabilecek bir şey edinemedi bu bünye :( Anlayacağınız benimki inançtan çok bir hayal gibi.

*Buna seni inandırmayan şey nedir?
İnandırmayan şeeeyyy,hmmm.. Sanırım daha önce başka bir dünyada yada burada yaşamışım hissine kapılmayışım. Yada etrafımda benim en az bir kere başka bir yaşamım oldu diyen ve bunu ispatlayan kimsenin olmayışı...

*Senin düşüncene göre neden birden fazla kez dünya denilen ve gezegen olarak tanımlanan yerlere geliyoruz?
Bu konuda biraz kararsız olduğum anlaşıldı zaten :) O yüzden hem aşağıdaki soruyu hem de bunu cevaplayacağım.  Reenkarnasyona inanmak istiyorum çünkü sonsuza kadar yok olup gideceksek bu hiç hoş değil :) Yapamadığım ama yapmak istediğim bir sürü şey bırakmak istemiyorum geride. Yani birden çok yaşamımız olacaksa bunun sebebi bu olmalı bence.

*Senin düşüncene göre dünya denilen ve gezegen olarak tanımlanan yere yalnızca bir kez geliyoruz?
Yalnızca bir kez dünyaya gelme fikrine gerçekten alışamıyorum :( Bunun sebebini bulamıyorum henüz. Umarım gerçek bu değildir :)

*İçinde bulunduğumuz ve henüz sınırları tam olarak kesinleştirilememiş boşluk içinde yaşadığın gezegenden başkasında da yaşam olduğuna ve orada yaşamış olma ihtimalini nasıl değerlendiriyorsun?
Başka bir gezegende yaşam olduğuna inanmıyorum şu anda. Ama olamaz da demiyorum. Bence bir gün mümkün olabilir. Başka bir gezegende yaşamış olma ihtimali gerçekten kulağa heyecanlı ve hoş geliyor :)

*Dünyaya gelmemizdeki amaç ne, neden dünyaya geliyoruz halihazırda gelmişken neden tekrar ölüyoruz?
Dünyaya gelmemizdeki amaç yaratıcının ideal varlıklara ulaşma isteği diye düşünüyorum bazen. Deneme yanılma yöntemi yani :) Ama neden varlıklarda sürekli aynı üretim hatalarının tekrarlandığına aklım ermiyor bir türlü :) Ölmek mi? Ölmek deme yaa pff. Sanırım bu olmadı ya deyip geri alıyor bizi yaratıcı :) Yada bizden sıkılıp yenilerine yer açıyor bilemiyorum.

*Çevresel yaşam içindeki rolümüz sence ne ve rolümüzün dışında neler yapıyoruz?
Bence rolümüz en büyük değişimi sağlamak. Ve dünyanın gelişiminde yada gerileyişinde araç olmak.
Rolümüzün dışında da bolca gülüyoruz, ağlıyoruz, aşık oluyoruz ve nefret ediyoruz :)

*Tamamen sana bağlı olarak eğer bunda yada herhangi başka herhangi bir gezegen üzerinde birden fazla kez yaşadıysak hep ekolojik piramidin en tepesinde tanımlanan insan formunda mıydık yoksa yalnızca maddesel/kütlesel halde şimdi cansız olarak tanımlanan varlıklar veya hayvanlar da olmuş muyuzdur?
Eğer daha önce herhangi bir gezegende yaşadıysam ve farkında değilsem :) yada ilerde yaşayacaksam bence cansız varlık yada bir hayvan olarak yaşamış olma veya yaşama ihtimalim de var tabi ki. Neden sadece insan olalım ki? Ama her zaman insan olmayı dilerdim :)

*Eğer hep insan olduğunu düşünüyorsan neden insandın, insandan farklı canlı yada cansız bir varlıksan seni farklı biçimlerde herhangi bir derecedeki yaşam alanlarına bırakmalarının sebebi ne olabilir?
Hep insan olma fikri bana pek yakın gelmiyor. Sebebi ne derseniz sadece hislerim :) 

*Hangi formda yeniden bir gezegende var olacağımıza kim nasıl karar veriyor?
Yaratıcı. Bu yaratıcı kim derseniz herkese göre değişen evren,tanrı,allah, doğa yada başka herhangi bir güç. Ne olduğunun ne önemi var ki ? Sonuçta bir yaratıcı var ve o karar veriyor. Nasıl mı? Bilemiyorum ilk fırsatta sormak isterim :)

*Geçmiş yaşamlarının birinde kendini hangi şekildeki bir varlık olarak görmek isterdin?
Sanırım yine insan olmayı dilerdim. Zira cansız varlık olmak oldukça sıkıcı. Ve sürekli kullanılmak da bunaltıcı olabilir :) Hayvan olmayı istemezdim sanırım. Olduysam yada olacaksam da umarım asil bir hayvan tercih edilmiştir yada edilecektir :)

*Geçmişte bir yerlerde sence hangi şekildeydin?
Dediğim gibi böyle bir hisse kapılmadım hiç. Ama geçmişte bir yerlerde olduysam da insan olmuşumdur umarım. Özellikle de mutlu bir insan :)

*Hiç geçmiş yaşamındaki benliğin ile iletişim kurmaya çalıştın mı?
Tam anlamıyla bir inanca sahip olmadığım için uğraşmadım. Ama inancım olsa bile iletişim kurmaya çalışmanın sağlıklı olabileceğini düşünmüyorum. Aksi halde tırlatmak yakındır :)

*Birden fazla kez yaşadığını bilmek seni heyecanlandırır mıydı, kaygılandırır mıydı, endişelendirir miydi yada ne yapardı, neden?
Sanırım çok heyecanlanırdım ve deli gibi merak ederdim :) Çünkü başka bir şekilde ve başka bir yerde bulunmuş olmak, başka bir yaşama daha sahip olmak merak edecek bir sürü şey barındırıyor. Neden o şekilde yaratıldığım yada nasıl bir hayatım olduğu gibi vs.

*Yalnızca bir hayatın olduğunu ve onu da yaşayıp bitirdikten sonra karanlığın içinde sonsuza dek uyuyacağın gerçeği ile yüzleşmek seni nasıl etkilerdi, neden?
Etkiliyor zaten. Çok korkunç bir fikir bence. Sonsuza dek yok olmak ve yerini bir başkalarının alması, unutulmak hiç adil değil :) Bu hayata gelmenin ve yaratılmanın bir sürekliliği olmalıı :)

*Beden olarak tanımladığımız yapı işlevini yitirdiğinde ve öldüğümüzde sence nereye gidiyoruz?
Hiçbir fikrim yok. Hem de hiç !  Umarım başka bir bedende yada şekilde başka bir hayata kavuşuyoruzdur.

*Reenkarnasyonu dillendirmek, varlığına inanmak yada varlığını açık şekilde savunmanın günah olduğunu düşünüyor musun? 
Sorgulamak, biraz kurcalamak, düşünmek neden günah olsun ki? Dünyada bir sürü eziyet ve kötülük kol geziyorken günah sırası buna gelmemeli bence.

*İnanmayı seçtiğin din bu konuda neler söylüyor?
İnanmayı seçtiğim din konusunda da bazı kafa karışıklıkları yaşıyorum aslında. Ben sadece bir yaratıcı olduğuna inanıyorum. Bu nedir dediğimde de bilmiyorum cevabını alıyorum. Ama her neyse (doğa,evren,tanrı,allah ....) ben onun adını Allah koydum. Ve her gün şükredip herkes için dua etmekten geri kalmıyorum. Tek amacım iyi bir insan olmak. "İnsan olabilmek" Dinlerden ve dinlerin gerektirdiği şekli şeylerden, ibadetlerden biraz uzağım anlayacağınız. Ama her tür inanca da saygım var. İnsan kendini nasıl huzurlu hissediyorsa ona inanmalı. Kimseyi inancıyla yargılamam. Herkesin kendi bileceği iş. Ama bir yandan da hergün ağzından Allah lafını düşürmeyip namaz kılan, ramazanda oruçluyken bile milletin dedikodusunu yapan ve bana akıl vermeye çalışan insanları gördükçe de o yapılan ibadetlerin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. En azından onlar için. Yapmayın o zaman kardeşim :)
İşte böyle inanmayı seçtiğim din şudur diyemesem de ben bu düşüncelerimle mutluyum. Ve benim inancıma göre ise günah olan tek şey tüm evren ve canlılar için kötülüğü istemek ve kötülüğü düşünmek.

Kafanızı şişirmedim umarım :) Biraz öyle olsa böyle olsa, bol umarımlı hayalli bir mim cevabı oldu ama olsun. Kafam karışık biraz :)
Yaptığım en ilginç mim oldu sanırım. Sevdim. xCoach teşekkürler güzel sorular için :) Ama ben senin cevaplarını da çok merak ediyorum. Yapar mısın ki acaba ?? :)

25 Haziran 2014 Çarşamba

Mimimsi Birşeyler :)

 xCoach'ın bloğunda cevapsız sorular adlı mimimsi şeyleri görünce soruları çok beğendim. Yorum yazınca benden de yanıtlamamı rica etti. Bundan sonra da reenkarnasyon mimini yapacağım. Teşekkür ettim xCoach :)


♣Her şey hakkında bir şey mi, bir şey hakkında her şey mi?
Bir şey hakkında her şeyi tercih ederim. Bu şekilde kendimi daha mutlu hissedebilirim. 

♣Kendini hiçbir şeyde yeterli hissetmemek duygusunu iyiye yorabilir miyiz?
Eğer bu duygu karşısında elim kolum bağlı sadece ağlayıp sızlanıyorsam iyiye yormam mümkün değil. Ama tam tersi kendimi bir şeyde yeterli hissetmek için bir şeyler yapıyorsam iyiye yorabilirim. İyiye yormak için motive edici bir etki yaratması lazım sanırım.

♣Kendini sınıf birincisi olan komşunun çocuğuyla mı yoksa notları kötü olan komşunun çocuğuyla mı kıyaslamak daha doğrudur?
Kendimi başkalarıyla kıyaslamayı çok sevmiyorum. Ama bazen sevmesem de her ikisiyle de kıyaslamışlığım olmuştur.

♣Aşk; satranç mıdır yoksa tavla mı?
Hmm ben ikisini de beğenmedim. Bence aşk dama :)

♣Meslekten keyif almak mı, keyif aldığın şeyi meslek edinmek mi?
En güzeli keyif aldığın şeyi meslek edinmek. Ama biraz da gerçekçi olmak lazım. Bir çok sebepten dolayı keyif aldığımız şeyi meslek edinemiyoruz. İsteyerek yada istemeyerek sahip olduğumuz meslekten ya keyif alırız yada almayız. Ne şekilde olursa olsun sürdürmek zorunda kalırız. Kendi adıma bölümümü okumaktan nefret etsem de galiba mesleğimden keyif alırım diye düşünüyorum. En azından şimdilik böyle hissediyorum :)

♣Olimpiyat stadında ilgisiz yüz binler mi, küçük bir sahnede coşkulu otuz kişi mi?
Olimpiyat stadında ilgisiz yüz binler olduğunda bence o stada yazık olur. İstemem ben öyle şey :)
Küçük bir sahnede coşkulu 30 kişiyi tercih ederim.

♣Doğru anı beklemek mi, doğru anı yaratmak mı?
Bazen ne yaparsak yapalım doğru anı yaratmak elimizde olmuyor. Yada sadece bize bağlı olmuyor. Genelde doğru anı beklemek zorunda kalıyoruz. Keşke istediğimiz zaman doğru anı yaratabilsek.

♣Kendini eleştirmek mi, kendini şımartmak mı?
Her ikisi de gerekli bence. İnsan bazen eksiklerini, hatalarını eleştirebilmeli. Bazen de kendini şımartabilmeli. İkisi de lazım.

♣Tevazu erdem midir, kendine haksızlık mı?
İnsan kendini bildikten sonra neden haksızlık olsun ki. Bence egosunu aşmış bir insanın sahip olduğu erdemdir.

♣Tatmin olmak; alkışlanmak mı, kendi içine sinmesi mi?
Alkışlanmak insanların bizi tatmin etmeye çalışmasıdır. Ama insanın tatmin olması kendi içine sinmesine bağlıdır diye düşünüyorum. 

♣Sineye çekmek mi, yüzüne vurmak mı?
Karşımdaki kişiye göre değişir. Bazı insanlar için "bazı şeyleri" sineye çekebilirim. Ama tabi ki herşeyi değil. Bazı insanlar içinse sineye çekip kendi kendimi yiyip bitirmeye değmez. Yüzüne vurmayı tercih ederim.

♣Kendini ispatlamak işle mi, sözle mi olmalı? Yoksa kendini bilmek yeterli midir?
Öncelikle tabi ki kendimi bilmem en önemlisi. Önce kendimden emin olmalıyım. Yani kendimi bana ispat etmeliyim. Başkalarına ispatlamaya gelince.. Bazen sözle ispat etmek yeterli olmuyor. Lafta kalıyor. Dolayısıyla duruma göre işle ispat etmek gerekebilir.

♣Hata yapma hakkı diye bir şey var mıdır, yoksa göz göre göre hata yapılması engellenmeli midir?
Hata yapma hakkı diye bir şey yoktur. Bence  bu bir hak değildir :) Ama tabi ki isteyerek yada istemeden bir çok hata yapıyoruz. Fakat göz göre göre de hata yapmaya engel olmak gerekir.

♣Bir insanla sadece fiziki bir birliktelik her iki taraf da kabul ediyorken münasip midir?
Her iki taraf da kabul ediyorsa, halinden memnunsa neden münasip olmasın ki? Herkesin kendi "münasip görüşü" kendine :)

♣Egoyu okşamalı mı, köreltmeli mi?
Ego insanı insanlıktan çıkarmadığı sürece ve dünyanın onun etrafında döndüğünü hissettirmediği sürece kötü bir şey değil bence.Hatta insanın özgüveninin bir parçası sayılabilir.Tabi bir de o egoyu dışarı nasıl yansıttığımıza bakmak lazım. Eğer ukala uyuzun teki olursam yok anacım almayayım ben o egodan :) Yani sonuç olarak ego zaten herkesin sahip olduğu bir şey ( olmayan varsa olsun lütfen:)) ama kararında olmalı. Dışarı yansıtırken de onu köreltebilmeliyiz. Bazı durumlarda egoyu aşmak gerek.

♣Kendin olmak nasıl birşey? İnsan tamamiyle kendisi olabilir mi?
Kendim olmak kendimi daha özgür ve mutlu hissetmeme sebep oluyor. Böylece içimde bir başkası varmış gibi yaşamak zorunda kalmıyorum. İnsan tamamiyle kendisi olabilir tabi ki neden olmasın? Sadece bazı zamanlar kendimizi kısıtlamak zorunda kalıyoruz. Ama bu kendin olmamak anlamına gelmez bence.

Spot Işığını Arayan Kızı da mimledim ayrıca :)

24 Haziran 2014 Salı

Ah blogger ahh!

Tam bir sorunu atlattık diyoruz bir yenisini çıkarıyorlar başımıza. Takip ettiğim bütün blogları bloglovine taşıyayım dedim ama onu da yapamadım. Ayarlar kısmından import blogs seçeneğine tıkladığımda google reader seçeneği çıkmıyor çünkü :(

Google Reader users: Upload the subscriptions.xml file. 
Learn more about exporting at http://support.google.com/reader/answer/3028851

İşte tam olarak bu yazıyor. Olmadı yani olduramadım :) Sanırım artık feedly kullanma zamanı geldi.
Ve içimden bir ses bu problem çözülmeyecek diyor :(

Bu arada dün akşam Sonsuz'la çok güzel bir kaç saat geçirdik. Birlikte yemek yedik. Acı acı bir urfa yemişim ki sormayın :D

Sonra tavla oynadık ve maalesef ki yenildim. Hem de çok acı bir şekilde :) Hep şımarıklığımdan oluyor. Bir kere yenince bir rahatlık geliyor bana abuk subuk umursamadan oynamaya başlıyorum :)

Evden çıkmadan önce annemi aradım "Ben dışarı çıkıyorum Sonsuz'la, geç kalmam" gibi bir şeyler söyledim. Sonsuz beni aldıktan sonra yine aradım. Annem "Arabaya nerede bineceksin baban bahçededir dikkat et" deyince " ben bindim ki " dedim ve Sonsuzla aynı anda kahkahayı bastık :) (Ve evet babam bahçedeydi :)) Annem güldüğümüzü de duydu tabi. "Nedir benim sizden çektiğim hep yalan söylemek zorunda kalıyorum babana. Bir de gülüyorsunuz" dedi eve gelince :) Zavallım ya 3 kız büyütmek ne zor. Hepsinde ayrı yalan dolan :D Hep bizi idare etmek zorunda kalıyor. Ama ne yapayım babam bizi teşvik ediyor buna. Bu kadar kıskanç olmasaymış. Adam sadece sen evlenmek istediğinde öğreneyim sevgilin olduğunu bilmek istemiyorum dedi bana. Ne yapabilirim :)

Beni eve bıraktı sonra. Bütün gece kendimi çok yalnız hissettim bir anda :) Eve gittiğinde annesiyle babası hep beni sormuşlar. Nasıl mutlu oluyorum böyle söylediği zaman :) Menekşelerim şimdilik hayattalar :) Üzerinde tomurcuklar var ama daha pek açmadılar. Umarım rengarenk hallerini görmeden öldürmem onları :)

Bir de teşekkür etmem lazım şimdi. Myna bana ödül vermiş. "En Güzel Yazan Blog Ödülü" aldım nabeeeer :) Çok teşekkür ederim Myna'ya :*

Şu adli tatil gelse de ben de Sonsuzla tatile gitsem yeaaa pfff :)

23 Haziran 2014 Pazartesi

Hayata Dönen 4.TŞ :)

Geçen gün yazdığım bolca depresyon ve bunalım kokan yazımdan sonra daha normal bir şekilde buralardayım :) Gerçekten de depresyona ramak kala ucundan kıyısından dönüverdim hemen. Çok kızıyorum kendime çok... İnsanların o kadar zor problemleri var ki, çaresi olmayan... Ben de ufacık şeyleri kafamda büyütüp büyütüp depresyona sokmaya çalışıyorum kendimi.Kendime yaptıklarımla da kalmıyorum tabi. Aynı zamanda etrafımdakileri ve özellikle de Sonsuz'u duygusal işkenceye maruz bırakıyorum :)
Ama şimdi gayet iyiyim. Ufak bir psikolojik patlama yaşadım sanırım.Ve galiba biraz da değişikliğe ihtiyacım var. Farklı birşeyler yapmaya... 

Sonsuzla tatil planları yapmaya başladık. Tabi izin konusunda problem yaşamazsak. Erikli'ye gitmeyi düşünüyoruz Ağustos gibi. Benim için en güzel değişiklik de bu olacak galiba. 

Bu akşam da kutlayacak bir şey bulduk kendimize. Birlikte yemek falan yeriz. Sonra belki onu tavlada yenerim yine :P En son 5-1 yenmiştim de ayıptır söylemesi :) Yenildiği zamanki surat ifadesine bayılıyorum :)

Dün de buluştuk. Sabah 10 da :) Kahvaltı yaptık birlikte. Birazcık gergin bir buluşma oldu ama sonra düzelttik durumu. Bu aralar ikimizde de bir sinir hali var ki sormayın. Giderken suratımız asıktı. Yarım saatlik yol boyunca hiç konuşmadık. Dönerken de gülmediğimiz an yoktu sanırım :) Sonra kendimizle dalga geçtik bir gidişimize bak bir de dönüşümüze diye :)

Neyse ki tartışmalarımız pek uzun sürmüyor. Hemen tatlıya bağlıyoruz. Sonra da dalga geçiyoruz o halimizle :)

Evde de vakit geçirebileceğim farklı birşeyler olsun istiyorum. Ama ne gibi derseniz henüz bir fikrim yok. Sadece farklı olsun işte banane :)

Bir ara gidip kendime bir sürü parçalık puzzle alayım. Ne zamandır uğraşmıyorum. Vakit geçer hiç olmazsa. Bir de geçen sene İngilizce kursuna gitmiştim 3 kur. Ama okul bitince yarıda kaldı tabi. O zamandan beri de İngilizce tamamen çıktı aklımdan. Biraz daha üzerine düşmeliyim boş zamanlarımda. (Boş zamandan bol bir şey yok ama çaktırmayın şimdi :))

Hatıralar mimini yaparken yatağımın arkasında yıllanmış ve hiçbir zaman çalmayı öğrenemediğim gitarımı buldum.Ama onu yazmayı unutmuşum bak. O kadar hevesliydim ki o zamanlar. Ablam yeni girdiği işten aldığı ilk maaşıyla almıştı bana. Ama sonra ders veren kimseyi bulamadım. Küçük yerde yaşamanın bir dezavantajı daha işte. Sonra da dershane okul öss derken öyle kalakaldı o gitar. Onu bulunca dedim ki keşke öğrenseydim. Sanırım ömür boyu içimde kalacak heveslerden biri olacak gitar çalmayı öğrenmek. Ama yapacak bir şey yok benden geçti artık :D Gitarı da çocuklarıma saklayacağım böyle giderse :)

Bloggerdaki bu problem hallolur umarım bir an önce. Takip etme problemi düzeldi derken şimdi de bu çıktı başımıza... Aynı sorun bende de var diye yorumlar gelince nasıl rahatladım anlatamam :)

YARDIMM !!

Kontrol panelinde paylaşılan yayınları görmek istediğimde sadece en son yayın görünüyor. Daha fazla göstere tıkladığımda da açılmıyor. Bu sorun bir tek bende mi var acaba ? Telefondan girdiğimde de aynı şeyle karşılaşıyorum :(

22 Haziran 2014 Pazar

Kağıttan Kentler / John GREEN

"Kağıttan Kentlere gideceksin ve geri dönmeyeceksin."

"Burada güzel olmayan şey işte şu: Buradan pası,çatlak boyaları filan göremiyorsun ama bu yerin gerçekte ne olduğunu anlıyorsun.Hepsinin nasıl da sahte olduğunu görüyorsun.Plastikten yapılmış kadar bile sağlam değil. Kağıttan bir kent.Yani şuna bir bak Q. Bütün şu çıkmaz sokaklara, aynı yere dönen caddelere, parçalanması için inşa edilmiş bütün şu evlere bak.Kağıttan evlerinde yaşayan bütün şu kağıttan insanlar, kendilerini ısıtmak için geleceği yakıyorlar.Bütün kağıttan çocuklar bir serserinin kağıttan büfeden onlar için aldığı birayı içiyor.Herkes birşeylere sahip olma çılgınlığıyla kendini kaybetmiş. Bütün bu şeyler kağıt inceliğinde ve kağıt kırılganlığında. Ve bütün insanlar da.18 yıldır burada yaşıyorum ve hayatımda bir kez olsun gerçekten önemli birşeyle ilgilenen tek bir insanla karşılaşmadım."



***

Margo Roth Spiegelmen okuldaki popüler kızlardan biri. Quentin (Arkadaşlarının hitap ettiği şekilde Q.) ile Margo  küçüklüklerinde birlikte vakit geçirmiş olsalar bile uzuuun zamandır hiçbir iletişimleri yok. Ama tabi ki Margo Quentin'in her zaman dikkatini çekiyor.

Margo aniden Quentin'in hayatına giriyor. Q'nun penceresinde belirerek onu intikam macerasına davet ediyor. Quentin biraz mırın kırın etse de sonunda kabul ediyor. Ve o gece Margo'nun ne kadar maceraperest ve farklı bir insan olduğunu bir kez daha anlıyor. Ertesi gün görüşeceklerini ve hatta belki yakınlaşacaklarını düşünürken Margo tam bir gizeme dönüşüyor. Çünkü ortadan kayboluyor. Ailesi ve tabi ki Quentin oldukça endişeleniyor. Onun nereye gitmiş olabileceğini tahmin etmeye çalışırken kendisine bırakılmış bazı ipuçları buluyor. Bu ipuçları Margo'nun bilmediği birçok yönü olduğunu öğrenmesini sağlıyor. Bir yandan yaşayıp yaşamadığından endişe ederken bir yandan da onu bulmak için herşeyi yapabileceğini düşünüyor.

İpuçları tamamlandığında ve taşlar yerine oturduğunda onu bulacağını düşündüğü yere gitmeye karar veriyor. Yakın arkadaşları Ben,Radar ve Lacey de ona bu macerada eşlik ediyor.

Burada da ortadan kaybolan kızı Margo'yu helyum dolu balona benzeten babadaki rahatlığı görüyoruz :) Adamın cümlelerinde oh gitti de kurtulduk havası var. Bizde olsa hemen Müge Anlı'da görürdük bu aileyi :))






"Terk etmek çok zordur... ta ki terk edene kadar. Ondan sonra dünyadaki en lanet olası kolay şeydir."

"Sadece insanların bazen gerçekte düşündüğün gibi olmadığını hatırla."

"İnsanlar onları hissedebildiğinde onları yakından görebildiğinde daha farklı."


***
Şimdi gelelim kişisel düşüncelerime.. ÖNYARGI YARATABİLİR VE OKUMA İSTEĞİNİZİN İÇİNE EDEBİLİR!!!  

Oldukça sıkılarak okuduğum bir kitap oldu benim için. Çevirisi bence tuhaftı. Şımarık ergen bir kızın dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannederek ortadan kaybolması, geride ipuçları bırakarak insanları peşinden sürüklemesi çok aptalca :) Okurken Margo'ya sinir oldum. Hatta tokatlayasım geldi. Quentin'e gelirsek tam bir ahmak bence. Hiç işim yok o şımarık şıllığı mı arayacağım şehir şehir :D Ne bileyim sevemedim işte konusunu. Fazla basit ve anlamsız bir kitap bence. Aynı Yıldızın Altında fena değildi. Ondan sonra bu kadar kötü olacağını düşünmemiştim. Beni heyecanlandıran hiçbirşey yoktu kitapta. Margo ölmüş mü yaşıyor mu nerede bulacaklar birbirlerine aşık olacaklar mı hiçbiri bir merak uyandırmadı bende. Sırf yarım bırakmamak için ite kaka okudum. Bu yazarın İlk Aşk kitabı var elimde bir de. Umarım o güzeldir.

Kitabın arkasında iki yorum var. Birinde kahkaha attıracak kadar komik ve dokunaklı olduğu yazıyor. Kahkahayı bırak şöyle bir gülümsemeye yakın bir kıvrım bile olmadı dudaklarımda. Dokunaklı kısmına gelince valla bana hiç dokunmadı :D

Diğer yorumda büyüleyici, zekice kurgulanmış ve duygusal olduğu yazıyor.Ya yorumlar bu kitap için değil yada bende bir tuhaflık var. Yada yorum sahipleri John Green'e torpil geçmiş de olabilirler bilemedim :))

***

21 Haziran 2014 Cumartesi

Hatıralar Mimi :)

Yine çok tatlı bir mim vaar :)

Loretta ve Titania beni mimlemiş.
Düne göre kendimi çok daha iyi hissedince de hemen yapıvereyim dedim.
Mimin konusu şöyle; hatıra olarak sakladığımız eski şeylerle ilgili. Yani sorulu cevaplı bir mim değil.
Bu mime başlamadan önce odamı köşe bucak karıştırdım. Yazacaklarımı toparladım. Ama aynı zamanda sadece eski olanlar değil yaklaşık 9-10 aydır Sonsuz'dan bana gelen bazı hediyeleri de yazmak istedim. Çünkü onlar eski olmasa da benim için en güzel hatıralardan :) Başlangıcı eskilerle yapmak istiyorum.

Bunlar ortaokul dönemimden kalma mektuplar. O zaman tuhaf bir mektuplaşma akımı vardı. Aynı sınıfta olduğumuz birbirimizi her gün gördüğümüz arkadaşlarımla mektuplaşmanın ne anlamı vardı ki? Cidden bilmiyorum :D Ama o kadar komik şeyler yazıyor ki. Okudukça gülüyorum. Aynı zamanda okuyunca aklıma gelen bir sürü şey oluyor. İyi ki saklamışım diyorum.



Taa 1. sınıftan beri sakladığım karnelerimi buldum. İlkokul ve ortaokul fotoğraflarımın olduğu bir albüm var. O albümlere bakınca da ailesinin tayini çıkıp buralardan giden ne çok arkadaşım olduğunu farkettim.

Bir de mezun olurken arkadaşlarımıza okul gömleğimizi imzalatma modası vardı. Heh işte onlardan da 2 adet var :) Biri ortaokuldan kalma biri de liseden. 

Bunlar da lisede en yakın arkadaşlarımdan biri olan Görkiş'imin hatıraları. Kurbağanın içinde bir not yazıyor ama özel olduğu için o konuya girmiyorum :)

Gördüğünüz iki tüycük de ölen muhabbet kuşum Bıcırığa ait :( Ayrıca aramızda kalsın ama Bıcırığı bahçeye gömdükten 1 saat sonra tekrar çıkarıp bu tüyleri kopardım ondan. Sonra tekrar gömdüm  :D Özellikle konuştuğu için çok seviyordum onu. Ama bize 2,5 yıl katlanabildi :) Öldüğünde hüngür hüngür ağladığım için ve çok özlediğim için başka bir kuş alıp da sonra yine üzülmemek için vazgeçtim yeni bir Bıcırık adayı edinmekten.

Sıra geldi Panpa'ya. Hatıra için biraz büyük kendisi ama olsun :) Sonsuz'la çıkmaya başladığımız gün benim olmuştu Panpa :)  (Nuri Alço Mod nihahah :D) Ama ben seçmemiştim. Çoktan seçilmişti kendisi :) Onu çok seviyorum. En çok da kucağına yatıp kitap okumayı :) Boynundaki Galatasaray atkısını da Sonsuzla birlikte almıştık. 

Sonsuz'la gittiğimiz bütün filmlerin sinema biletleri. Şimdi saydım 14 tane var. Sanırım 2 tane eksik. Sinemada unutmuştum onları :)

Buluştuğumuzda oturabileceğimiz sınırlı sayıda yerlerden biri olan Özsüt'e her gittiğimizde aynı pastadan yeme gibi bir yeteneğim var. Bıkmadan sıkılmadan :) Bir gün o pastadan alıp bizim evin kapısının önüne bırakıp gitmişti. Pastanın üzerinde de bu tatlı şey vardı. Onu çok seviyorum kii :)

 Kadınlar Günü çiçeklerim :)


Birlikte aldığımız ilk nutella :) Biraz nutella çılgını olduğum için ilki değerli :)
                                                                                                Birkaç Fotoğraf :)


 Yeğenimin yaptığı el emeği göz nuru uzaylı Zekiye :D Her ne kadar gözüme çok korkunç gelse de çenemi tuttum ve söylemedim :) Çünkü yeğenim bir sanat eseri yarattığını düşünüyor :D

Küçüklükten kalan oyuncak bebeklerim ayıcıklarım falan var ama onları sevgili annem kim bilir nereye tıktı :) En azından atmadığına eminim :)

Bir de ortaokul dönemimden kalma arkadaşlarımın bana doğum günümde verdikleri hediyeler vardı bir kutuda. Ama onları da bulamadım :( İnsan 4 yıl evden uzaklaşmayagörsün. Annem hemen kafasına göre yerleştirmiş herşeyi. Sorunca da ben öyle bir kutu hatırlamıyorum diyor. Dolu kutuyu atacak değil ya. Çıkar elbet bir yerden :)

Ergenliğimde deli gibi biriktirdiğim posterlerim stickerlarım vardı. Onlara geçen yaz kıydım ve attım sonunda :) Çok yer kaplıyorlardı dolapta. Dayanamadım daha fazla :) Sanırım o zamanlar bütün paramı Blue Jean dergisine yatırıyormuşum :)

Son sınıftayken vize ve final dönemlerimde kahrımı çeken ve defalarca ağzımı haşlamama neden olan çayı hep sıcak tutan arkadaşımın hediyesi bardağım :)
Bir de geçen sene doğum günümde arkadaşlarımın aldığı pastanın üzerindeki notu buldum. Ama biraz müstehcen kendileri :D
O yüzden onun fotoğrafını koymuyorum :)

Benim gözüme takılanlar bunlar şimdilik.

Mimlediklerime gelecek olursaaam

Yumiyum geri dönmüş sanırım. Daha son yazısını okumadım ama dönmüştür diye umuyorum :) O yüzden onu mimliyorum.

Bir de Myna'yı mimliyorum :)

Kolay gelsiinn :)

20 Haziran 2014 Cuma

...Benden Bıktım...



Bıktım bu aralar kendimden. Gereksiz problemlerimden, bunlarla başkalarını üzmekten,canımın hep sıkılmasından,yapacak bir şey bulamayışımdan, ağlamadan rahatlayamayışımdan, sulugöz oluşumdan, kendimle ilgili her şeyden sıkıldım artık...

Ben, bana tahammül edemiyorum bazen. Tahammül sınırımı zorlasam da olmuyor. Sonra da sinirlerim bozulunca hüngür hüngür ağlama kısmı var tabi. Kendim bunu yapamazken etrafımdakilerden neden tahammül sınırlarını zorlamasını bekliyorum ki? Bu durumda kızmaya da hakkım yok. 

Belki de insan bazı şeyleri çevresine yansıtmadan içinde yaşamalı. Benim beceremediğim şeyden yani. Beni seven insanları üzme lüksüne sahip olmamalıyım.

Hiçbir yerde olmak istemiyorum. Ne evde, ne işte, ne sokakta... Kimseyle konuşmak da istemiyorum. Hatta bugün kurduğum cümleleri toplasanız 10 cümle zor çıkar sanırım. Onlar da mecburiyetten. Tabi içimden kendimle yaptığım konuşmaları toplarsam ohooo...Bugün yüzümün bir kere bile gülmediğini de söyleyebilirim aynı zamanda.

  Kendimle vahşice hesaplaştım diyebilirim. Ne kadar bencil olduğumu gördüm. Komik burç yorumları yazmıştım ya hani. Heh işte tam da orda yazdığı gibiyim. Bencilim işte. Ben ben ben ben.... Çaresi olmayan sorunlarım yüzünden çaresiz kalıp da başkalarını üzmeyi bir zevk haline getirmişim meğer. İyi oldu belki de farkettiğim.

Bunları neden yazdığımı bilmiyorum. Ne istediğimi de bilmiyorum. Sadece çok sıkıldım. Bir bundan eminim....Hı bir de çok uykum var. Bunu da esneyince hatırladım. Şu an hissettiğim tek şey sıkılmak ve uyku.

İstediğim tek şeyse bir an önce eve gidip kimsenin yüzünü görmeden doğruca odama gitmek, yalnız kalmak...

Ben, beni yoruyorum ...

Neyse ki böyle zamanlarda bana sabreden "biri" var... Kendimi bir tek böyle teselli edebildim.

17 Haziran 2014 Salı

Can Sıkıntısı Ürünü *.*

Ne zamandır mimden başka bir şey yazamaz hissediyorum kendimi :) Yapmam gereken bir mim daha var. Onu da yapacağım en kısa zamanda.

Menekşelerime kavuştum bu arada. Biri mor biri de pembe. Şimdi onlara isim düşünüyorum :) Üzerinde bir sürü tomurcuk var. Benim gazabıma uğramazlarsa yaşayacaklar umarım :)

Pazar günü babalar günüydü malumunuz. Sonsuzla birlikte babasına hediye aldık. Eve gelince de telefonla aradım, konuştuk. Yine heyecanlandım ister istemez :)

Biraz geç olacak ama samimi blog ödülü için  Mien'e teşekkür ederim. En kısa zamanda ben de vereceğim bu ödülden. Ödül fikri süper olmuş bence. Bu ödüller sayesinde yeni yeni bloglar keşfettim :)

Bugün ablamla yiğenim gelecek. Birkaç gün buralardan uzakta olabilirim belki.Çünkü ergen yiğenim birlikteyken benim başka birşeyle ilgilenmeme katlanamıyor. Sonsuzla konuştuğumda bile trip atıyor bana. Sen benimsin gibi tavırlara giriyor :D

Gerçi işteyken fırsat bulabilirim bloğa girmek için. Dilekçe yazar görünümlü bir blogger olabilirim :) Bu konuda profesyonelim :D

Geçen gün cildiye doktoruna gittim. ( Sanırım 23 yıllık hayatımda kapısını en çok aşındırdığım alan kendisi.Biraz da çok pimpirikli olmamdan ve küçücük sivilceyi deli gibi büyütmemden kaynaklanıyor sanırım. Neyse allah başka dert vermesin :)) İşte sıramın gelmesini beklerken bir kadın dikkatimi çekti.

Kadın bir güzel oturmuş sandalyeye bacak bacak üstüne atmış. Ayağındaki ayakkabıyı da çıkarmış. Ayak parmaklarını nasıl kaşıyor anlatamam. Hatırr huturr, büyük bir zevkle ve hunharca kaşıdı parmaklarını :D Aklıma Recep İvedek'in masaj sahnesi geldi nasıl gülmek istedim  :D

Yüzü de şekilden şekile giriyor tabi. "Tatlı tatlı kaşınıyor"un anlamı bu olsa gerek. Sanırım bu problem için gelmişti doktora. Ama bu kadar da olmaz ki ya insaf. Sonra o elini  yüzüne gözüne sürdü. Nasıl midem bulandı. Ben doktorun odasından çıkarken o hala kaşımaya devam ediyordu. İnsanlardaki bu rahatlığa çok özeniyorum bazen. İşte o ablaya da selam olsun buradan.

Doktor %100 doğal gül suyu almamı önerdi. Zaten arada kullanıyordum kokusundan tiksinsem de. Meğer o doğal değilmiş. Doğalını aldık almasına da bir pis kokuyor bir pis kokuyor sormayın yani. Nefes almadan kullanmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Ne kadar mümkün olabilirse tabi.

Az önce internetten bir alışveriş yaptım ve bazı problemler nedeniyle mağdur olacakmışım gibi bir his var içimde ya neyse hayırlısı artık...

Bu da böyle bir yazı işte...

16 Haziran 2014 Pazartesi

Yeniden Mim - Pencere Mimi :)

Haftaya yeni bir mimle başlangıç yapayım dedim :) Bu ara bir mim bolluğu aldı başını gidiyor. Ama biliyorsunuz ki bayılıyorum mimlere :)

Sevgili Deep beni "Pencere Mimi" ile mimlemiş. Mimin konusu şöyle:

"Blog başından kalkıp pencereyi açıyoruz veya balkona yada bahçeye veya sokağa çıkıyoruz. Dışarı bakıyoruz. Gözümüze ilk görünen kişiyi inceliyoruz. Cinsiyetini ve üzerindeki giysiyi yazıyoruz, ne yaptığına bakıyoruz."

Bu mimi akşam gördüğüm için o saatte sokakta kimseyi göremezdim. Zaten çok yağmur yağıyordu. Sabaha bıraktım ben de.

Sabah kalkıp işe gitmek için hazırlanırken telefonum çaldı. Baktım yanında staj yaptığım avukat arıyor. Bahçesinden topladığı ekstra ekstra organik :) çileklerden getirecekmiş. 3 dakikaya sizin evin önünde olurum. Çıkıp alırsın dedi. Haliyle güne başladığımda gördüğüm ilk kişi de o oldu.

Üzerinde mavi çizgili, yakalı bir tişört vardı. Altında da koyu mavi pantolon ve siyah ayakkabı vardı. Saçlarını yine her zamanki gibi taramıştı :) Gözlüklerini takmıştı. Normalde giyindiğinden biraz farklıydı. Daha spordu. 67 yaşında olmasına rağmen bu giyimiyle 57 civarı göründü gözüme :) 67 yaşında adama abi mi denir demeyin öyle alıştım ne yapayım :)

Ben çilekleri eve bırakırken arabada bekledi. Sonra ben de arabaya bindim ve büroya geldik. Simit, çay,peynir,domates ve salatalıkla güne başladık :) Bazen kahvaltıyı  büroda yapıyoruz Çalar Saat'i izlerken. Keyifli olabiliyor :)

Benden bu kadar :)

Mimlediklerime gelinceee

D.S.K.
Kızlı Erkekli Kedili
safransarı

Herkese güzel, huzurlu ve tatlı bir hafta diliyorum =)





15 Haziran 2014 Pazar

Trajikomik Sonlar-2...


Sergei Yesenin bileklerini kesmiş ve kendi kanıyla en son şiirini yazmış (Hoşçakal Arkadaşım) Sonra da bir otel odasında kendini asmış.

William Faulkner attan düştükten sonra kalp krizi geçirerek ölmüş. (Ay Allahım nasıl bir kaderdir bu attan düş öl. Ama tabi ata biniyorsan bu işin fıtratında var diyebiliriz! Bir at nelere kadir töbe töbe :))

Hart Crane Karayip Denizi'ne atlamış ve varsılayana göre son olarak "hoşçakalın hepiniz" demiş.(Bak ne kadar düşünceli hoşçakalın demeden de gitmemiş :))

Ernest Hemingway kendini bir av tüfeğiyle vurarak intihar etmiş.

Nathanael West dur işaretine karşı çıktıktan sonra bir araba kazasında ölmüş.

Robert E. Howard bütün akşamı komada olan annesinin başucunda nöbetçi olarak geçirdikten sonra sabah kendini vurmuş. Annesi de olayın olduğu akşam ölmüş.(Off bunu okuyunca içim bir tuhaf oldu ya )

Tennessee Williams hap almak isterken kutu kapağını yutarak boğulmuş.(Bu da trajikomiklerin en alası olmuş yani. Kuzum bu yaşa gelmiş hap içmeyi öğrenememişsen ne diyeyim ki ben saa :D)

John Berryman Mississippi Nehri'nin üzerinde bulunan köprüden aşağıya atlamış.

Dylan Thomas alkolden zehirlenmiş.

Roland Barthes çamaşırhane kamyonunun altında kalmış.

Anne Sexton evinin garajında karbon monoksit içip kendini zehirleyerek ölmüş.

Sylvia Plath kafasını fırına sokmuş.

Jerzy Kosinski küvetteyken başına poşet geçirerek intihar ettiği söyleniyormuş.(Bu da kötü yaa. İnsan kendini nasıl öldürür ki?)

John O'Brien Leaving Las Vegas kitabının film haklarını sattıktan hemen iki hafta sonra intihar etmiş.(Parayı bir yeseydin de öyle intihar etseydin. Gözün arkada kalmasaydı :))

Aleksandr Puşkin eşinin sevgilisi olmakla itham ettiği kişiyle girdiği düelloda vurulmuş ve 3 gün sonra ölmüş.(Artistlik yapayım dersen olacağı bu)

Otto Weininger  21 yaşında Beethoven'ın da ölmüş olduğu evde kendini silahla vurarak öldürmüş.(Öyle bir söylemiş ki çok asil bir ölümmüş gibi hissettim)

Andres Caicedo "yaşam 25 inden sonra yaşamaya değmez" dediği söylenirmiş. 25 yaşında intihar etmiş.(Ama 25 nedir ki daha çok geenç )

Stefen Zweig Brezilya'da yaşarken Avrupanın durumuna üzüntüden eşiyle birlikte intihar etmiş.

Emilio Salgari samuray usulü boğazını ve midesini bir kılıçla keserek intihar etmiş.(Yuh yaa hiç mi canın acımadı ? Hadi insan intihar eder de yani bu kadar vahşice doğramaz kendini.)

Francis Bacon ölmüş tavukların soğukta çürüyüp çürümediğini denerken şiddetli soğuk algınlığı sebebiyle ölmüş.(Ah be Francis başka derdin mi kalmadı. Sana ne tavukların soğukta çürüyüp çürümediğinden? Denedin de ne oldu be yavrum :))

14 Haziran 2014 Cumartesi

Zamska ve Cessie'den Gelen Mim :)

Bugün ikinciye mim cevaplıyorum. Çok seviyorum ben bu işi ya. Çok keyifli :)
Zamska ve Cessie bu mimi yapmamı rica ettiler. E bana da hemen işe koyulmak düştü :)

Mim eşcinsellere yönelik sorular içeriyor daha çok.  Tabi ki  bu blogda mim ayrımına yer yok :) 

Malumunuz Türkiye'de doğup büyüdük. E haliyle ayıp, günah kavramları -özellikle de bayanlar için- hayatımızda oldukça yer almakta. Bazı düşüncelerimizi açıkça söyleyememek düştü bize de. O yüzden bazı sorularda köşeye sıkışacağım için pas geçebilirim haberiniz olsun :) Başlayalım bakalım...

1- Açık ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaşayana saygı duyarım. Ama bir ilişkideki iki kişinin başkalarıyla sevgili olmakta yada cinsel ilişki yaşamakta serbest olduğu bu ilişki türü bana göre değil anacım :D Bu ilişkiler bütünü bana biraz fazla. Yok yani olmaz kaldıramam. Cıkss vallahi olmaz :D Olursa da Türkiye bir psikopat daha kazanmış olur. Pıçaklarım yeminlen ! :D Ya benimsin ya toprağın gibi oldu biraz ama mazur görün :D

İnsan sadece bir kişi için böyle hissetmeli :))

2-a) Eşcinseller arasında marka takıntısı var mı? 
Bu soru biraz uzun olduğu için ben şıklara ayırdım. Çünkü sorunun uzunluğu sinirlerimi bozdu :D
Her insanın marka takıntısı olabilir. Bunun eşcinseli osu busu falan yok. Eşcinsel tanıdığım kimse olmadı. Eğer bu konuda genel bir takıntıları varsa da bilemiyorum.

    b-)Giyimine özen gösteren sadece eşcinseller mi?
Ne alakası var şimdi allasen. Eşcinseller harika giyiniyor da biz paçoz muyuz yani :D
Tamamen kişisel bir tercih giyime özen göstermek. Eşcinsellikle tabi ki alakası yok. 

    c-)Dar pantolon giyen biri hakkında hemen eşcinsel bu diye düşünür müsün? 
Biraz da pantolonun darlık oranına bağlı  :) Eğer çok darsa tabi ki aklımdan geçer. Geçmez dersem yalan olur :)

   d-)Örneğin iç çamaşırı alırken aldıklarına dikkat eder misin yoksa don olsun derli toplu tutsun mu ?
Öhöö öhömmm ne desem acep :D Herkesin iç çamaşırı alırken dikkat ettiği şeyler vardır mutlaka. Benim de var tabi ki. Meselaaa kumaş çok önemli :P :D

3-Küçükken bebek oynamayı sever miydin? Evcilik oynamayı sever miydin ? Daha çok kız arkadaşın mı vardı erkek arkadaşın mı ?
Bebeklerimle oynamayı da evcilik oynamayı da çok severdim. Ama bir o kadar da sokaklarda koşturmayı severdim. Saklambaç favorimdi :) Ama herşeye rağmen bebeklerim benim herşeyimdi sanırım.
Galiba kız arkadaşım daha çoktu.

4-Genelde yabancı müzik mi dinlersin? Müzik tarzın nedir? Dans etmeyi sever misin? Bacağını 180 derece açarak oturabiliyor musun?
Birkaç sene öncesine kadar genelde yabancı müzik dinlerdim. Ama bu aralar yerli de tercih ediyorum. Yaşlanıyorum mu ne :) Müzik tarzıma gelince kesinlikle şu diyemem. Dinleyince beni mutlu eden herşeyi dinleyebilirim. 
Dans etmeyi çok severim. İlkokul 3'e kadar idealim dansözlüktü :D Kim sorsa dansöz olacağım derdim.Sonra Asena'dan dolayı soğumuştum. Midemi bulandırıyordu çünkü :D Olmadı yani anlayacağınız kaderde avukat olmak varmış :D
Bacağımı 180 derece açıp oturamıyorum. Ama neden oturamıyorum diye hiç sorgulamışlığım yok. İlk defa düşündüm bak. Yazdıktan sonra bir deneyeyim bakayım :D

5-Fantezilerin var mı?
Çok müstehcen bir soru oldu yeaa :D Bu soruda özel hayatın gizliliği hakkımı kullanmalıyım sanırım :D

6-X'ten Next olur mu? Sevgili ile arkadaş kalınabilir mi?
Valla şimdi bu X'i benim hiç gözüm tutmadı olmaz bence :D
Sevgili ile istense de arkadaş kalınamaz. Deneyince de olmadığı görülür. Ki kalınmamalı da bana göre. Ne gerek var ki. Sevgili olarak özel şeyler paylaşılmış sonra geriye sarıp arkadaşlıktan devam etmek çok da mantıklı değil şahsen.

7-Pisuvar takıntınız var mı? Beden eğitimi dersleriyle aranız nasıldı?
Yaradılıştan kaynaklanan sebeplerden dolayı böyle bir takıntım yok :)
Beden Eğitimi dersi eğer boş geçecekse severdim. Herkesin kafasına göre takılması harika olurdu. Ama ders işlenecekse ben almayayım şekerim.

8-Sizce eşcinseller narsist midir?
Narsist olmanın da eşcinsellikle yada herhangi bir tercihle alakası yok bence. Tamamen insanın kendi karakterine ve düşüncelerine bağlı. Herkesin narsist olma ihtimali vardır.

9-Bir harem kur deseler haremine alacağın tek kişi?
Bu harem tek kişiden oluştuğuna göre tek eşliliği teşvik amaçlı olmalı sanırım :)
Valla bilemedim şimdi düşününce kimse gelmedi aklıma. Pooff tek kişilik harem mi olur yaa? Seçmiyorum ben kimseyi baanee :D

Aa bitmiş mim :) İyiydi hoştu da neden sorular eşcinseller şöyle midir böyle midir şeklinde anlayamadım. Belki de toplum önyargılı olduğu için buna yönelik bir mimdi bilemiyorum. Ama herkesin kendi tercihi kendi hayatı. Keşke farklılıklara biraz daha hoşgörüyle yaklaşabilsek.

Neyse mimleyeyim ben de bari. 
Bir Delinin Pembe Defteri
Hayal Gemisi
Umut Hikayem
Heryerdenherseyden(Aylin'iim :))
Titania

Beni kırmazsanız sevinirim kuzular :)





Dikkat Mim Var! :) 30 Yaş Mııı o_O

30 yaş mı? O da ne ? =))


Sevgili Pehito beni mimlemiş. Onun paylaşımını okuduğumda önce anlamamıştım mim olduğunu. O kadar güzel yazmış ki dibim düştü resmen :D Sonunda mimlendiğimi görünce "aa mimmiş buu" oldum :)

Tabi ki onun kadar güzel yazamayacağımı biliyorum. Gelelim mimin konusuna. 30 yaşını geçenler 30u nasıl karşılamış, neler yaşamış? 30 olmayanlarsa hayalini ve bu konudaki fikirlerini yazacakmış. Yani yanlış anlamadıysam böyle sanırım :))

30 yaşa benim için daha 7 sene var.

30 yaşa az kaldı sendromum var mı diye sorarsanız hayır yok :) Yani şimdiki düşüncem her yaşın insana kattığı birşeyler var ve biraz klasik olacak ama her yaş ayrı güzel bence :)
Tabi zaman ilerledikçe bu düşüncelerim değişir mi bilemiyorum. Aslına bakarsanız ben kendimi hala 20li yaşlarda bile hissetmiyorum. Sanki 18-19 muşum gibi bir ruh haline sahibim :)

 7 sene sonra hayatımın şöyle olmasını isterim. 30 u Sonsuzla evli olarak karşılamayı tercih ederim :) Ama bebiş konusunda birşey diyemem henüz. Zira o tatlı veletin sorumlulukları gözümü korkutuyor biraz :)

Kendime ait bir bürom olsun, kendi işimin patronu olayım istiyorum. Ki bir aksilik olmazsa 30umda bunu gerçekleştirmiş olacağımı düşünüyorum. O yaşlarda da ailem, sevdiklerim hep yanımda olsun istiyorum. Açıkçası sevdiklerimi kaybetmek biraz korkutuyor beni :(

Bir de mümkünse yurt dışında bir kaç yere gitmiş olmak istiyorum o yaşlarda. Hı bir de Nissan Micra'ma kavuşmayı ümit ediyorum :)

Aklıma gelenler bunlar. En büyük dileğimde 30 lu yaşlarımı sendromsuz geçirmek istiyorum.

Ablam benden 13 yaş büyük. Ve 30 yaşını felaket bir sendromla karşılamıştı. Sorularının ardı arkası kesilmezdi. "Kırışıklıklarım mı çıkmış? Göz torbalarım mı şişmiş? Saçlarımda çok mu beyaz var? Kilo mu aldım ben? Off cildim çok kötü görünüyor"... bla bla bla yani :D

Şu anda da 40 a merdiven dayadı. Daha büyük bir sendrom yaşıyor anlayacağınız. Deli gibi yürüyüş yapıp mekik çekiyor. Cilt ürünlerini de 40 lı yaşlara uygun yaşlanma karşıtı almaya başladı :D Doğum gününün kutlanmasından pek hoşlanmıyor artık. Doğum gü.... diye başladığım anda sağol teşekkürler diyor cümlemi tamamlayamadan. O haliyle dalga geçince de sinirleniyor hanımefendi :)

Bazen biraz kilo aldın deyince hemen başlıyor hıncını çıkarmaya. Seni de göreceğiz, sen böyle mi kalacağını sanıyorsun... bır bır bır :D

Yani belki  de 30 a yaklaşınca sendrom sahibi olabilirim bilmiyorum. Ama şu anda bu konuda psikolojim rahat :) Tabi zaman şu anda dursa ve ben hep 23 kalsam harika olur ama malesef umut dünyası işte :D

Sıra geldi mimlediklerime...

Kreatif Başkan
BLaCk SwaNn
Cessie



13 Haziran 2014 Cuma

B*ktan Bir Rüya...

Rüyamda eskiden çok iyi dostum olan bir arkadaşımı gördüm. Bir anda kendimi onların evde buluyorum. Nasıl zayıflamış, değişmiş. "Ben seni Sakarya'dasın sanıyorum. Ondan hiç gelmedim" falan diyorum.

"Yok, ben okulu bıraktım. Sınıfta kalınca bizimkiler bırakmamı istedi" diyor. Sonra anlamsız bir şekilde saçını düzeltmeye, toplamaya başlıyor. Sanki ben yokmuşum gibi. O an bile ağzının ortasına yapıştırasım geldi iki tane. Umursamaz tavrı o kadar sinirlendirdi ki beni.

Fazla birşey hatırlamıyorum rüyamla ilgili. Sadece uyandığımda neden gördüm ki ben şimdi onu diye düşündüm. Çünkü uzun süredir görmediğim yada tanımadığım insanları rüyamda görünce huzursuz oluyorum biraz.

Çok yakındık. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. 3 aylık yaz tatilini gece gündüz birlikte geçirirdik. Sonra bir anda ne olduysa oldu ve yavaş yavaş birbirimizden uzaklaşmaya başladık. Bana göre bir sebebi yoktu. Ama ona göre var mıydı bilemeyeceğim. Varsa da bunu konuşması gerekirdi benimle.

Eğer konuşmadan etmeden beni hayatından çıkarmayı göze almışsa ben gidip de bir problem mi var demem, demedim de zaten. Ki ben dostluğumuzu kurtarmak için çok uğraştım. Ama en son evlerine gittiğimde sadece annesiyle muhabbet ederken buldum kendimi. Haspamm sanki benim arkadaşım değilmiş, yabancı biriymiş gibi davrandı. İşte o gün, o anda bitti benim için herşey.

Aynı mahallede oturmamıza rağmen en son 2 sene önce karşılaştık. Ne konuşacağımızı bile bilemedik. Bunun olmayacağını bile bile "bize  beklerim görüşelim mutlaka" dedik birbirimize.

Ondan sonra da tabi ki ne aradık ne sorduk.İstesem de arayamazdım zaten. Telefon numarasını bile sildim.

Ama üzülüyorum yine de aklıma geldikçe. Nasıl böyle olduk diyorum. Bari bir kavga gürültü olsa küssek neyse de...Off neyse olan oldu işte. O paçoz için kendimi üzemem şimdi. Umarım iyidir, hayatında herşey yolundadır demekten başka yapabileceğim birşey yok. Keşke gereksiz insanlara rüyalarımızda yer olmasa. Tıpkı hayatımızda da olmadığı gibi..

***

12 Haziran 2014 Perşembe

Ordan Burdan...



Bugün işten gelince öyle bir uyudum ki. Neredeyse 3 saat. Haliyle uykum yok şimdi de. Bakalım kaçta uyuyacağım kim bilir. Uykum gelene kadar, gözlerim kayana kadar kitap okurum artık. Sabah da kalk kalkabilirsen.


4 roman arasında bir seçim yaptım bugün sonunda. Cehennem'den sonra bir Dan Brown daha okumazsam olmazdı. Ama Kayıp Sembol'den önce Kanalizasyon Balığı Cessie'nin dediği gibi "çerez kitap yazarı" John Green'in Kağıttan Kentleri'ni seçtim.

Böyle birden çok seçenek olunca çok zor karar veriyorum. Hepsi benim bebeklerimm :) 

Bu ara gözüm hep daha çok aşk konulu kitaplara kayıyor. Önceden olsa ooff bu ne yaa içim şişti derdim :)


Nasıl  üşengeç bir kişilik oldum sormayın. Az önce mutfaktan elimde tabak, bardak, kase ve telefonumla gelmeye çalıştım.(İçinizden oha bu saatte bu ne açlık dediğinizi duydum sanki :)) İki elim olduğunu düşününce sınırları zorlamışım sanırım. E tabi hepsinin içi dolu olunca da dökmeyeceğim diye yavaş yavaş dakikalar sonra gelebildim odama. 
2 defa gidip gelmeyeyim diye çektiğim çileye bak hele :)

Pazar günü Sonsuz'la birlikte babalar günü hediyesi alacağız babasına. Bir de telefonla arama faslı var tabi . Ama artık tanıştığımız için fazla heyecanlı değilim. Bir kere bile görüşmüş olsak insana rahatlık veriyor.

Neyse bu kadar yeter. Ben Kağıttan Kentler'e döneyim artık :)





Patasana / Ahmet ÜMİT

Patasana kitapta yer alan Hititli saray yazmanının adıdır. Bu romanda tarih ve polisiye iç içe geçmiştir.

Gaziantep yakınlarındaki Hitit Antik Kentinde arkeologların başladığı kazıyla birlikte Patasana'nın herkesten gizli yazmış ve saklamış olduğu tabletler birer birer bulunmaya başlar.Bu tabletler aynı zamanda resmi olmayan tarihin ilk belgeleridir.

Patasana'nın bu tabletleri yazmasının en büyük nedeni de savaşsız, ölümlerin olmadığı, insanların acımasız olmadığı bir dünya düşlemesi ve tarihte yaşanılanların bir daha yaşanmaması için geriye kendinden birşey bırakmak istemesidir.Tabletlerinde çocukluğunu, babasını, büyük babasını, gençliğini, kaybettiği aşkını,nefretini ve pişmanlıklarını anlatır.

Kazı yapılan alanın yakınında bulunan Kara Kabir adlı yer halk tarafından kutsal sayılmaktadır.Halk bu nedenle önceleri kazıya karşı çıkar. Ancak imam olan Hacı Settar bu kazıyı destekleyince halk da sesini çıkarmaz. Hacı Settar'ın ölümüyle birlikte halk arasında bu kazının onlara uğursuzluk ve lanet getirdiği söylentileri başlar. 

Daha sonra iki cinayet daha işlenir.Bu cinayetlerin 78 yıl önce de benzer şekilde işlendiği anlaşıldığında olaylar daha da esrarengiz bir hal alır.Üçüncü cinayetin işlendiği zaman arkeologlardan Kemal de ortadan kaybolur. 

İşlenen cinayetler hem arkeologların kendi içinde hem de halkla aralarında problemler yaratır. Ancak ne olursa olsun kazıyı bırakıp gitmemeye karar verirler.

Katil cinayetlerini romanın sonunda hiç ummadık anda ve yerde itiraf eder. Cinayetleri işleme gerekçesi ise bana göre oldukça ilginç.

Romanın başlarında biraz sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Ama ortalarından sonra baya sardı. Ahmet Ümit'in başarılı romanlarından biri daha diyebilirim.

"Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım.Tanrıların korkar haline getirdiği bir alçak." 

"Aşkın ne doğru düşünmeyle ne de mantıkla ilgisi vardı.Daha doğrusu aşkın kendine göre bir mantığı vardı da bunun doğru düşünmeyle bir ilgisi yoktu.Bu tutkuların egemenliğinde olan bir mantıktı, akla sürekli çelme takan, dibe çeken, yanlış yöne kanalize eden, bambaşka karmaşık bir süreç."

"İnsanlar cehennem azabından korkmadan iyi olabildiklerinde daha üst düzeyde bir uygarlığın ilk adımı atılmış olacaktır."

Trajikomik Sonlar-1 ...

Dün yazarların ilginç yönlerine ilişkin bir yazı paylaştıktan sonra onların nasıl öldükleri konusunda bir merak sardı beni. Çok ilginç ölümler var :) Neyse gülmeyeyim de başıma gelmesin :D Bir kısmını bugün paylaşacağım. Eceliyle ölenler neyse de bazıları yazık etmiş kendine yahu.

Euripides Makedonya Kralının köpekleri tarafından parçalanmış.

Christopher Marlowe gelen hesap üzerine çıkan bir bar kavgasında hançerlenmiş. (O kadar içmeyeydiniz siz de diyesi geliyor insanın. İç iç sonra hesap gelince çirkeflen yok yeaa :))

Thomas Chatterton 17 yaşındayken arsenik içmiş. Fazla tanınmadığı için ümitsizliğe kapılmış, öldükten sonra popülaritesi artmış. (Sabırdan yoksun bir şahsiyetmiş.Pek aceleciymiş haspam. 17 sin daha be. Ne acelen var :))

Lord Byron sıtma ateşini düşürmeye çalışan doktorlar tarafından öldürülmüş.

Percy Bysshe Shelley deniz yolculuğu yaparken boğularak ölmüş. Vücudu sahilde yakılmış. Sadece kalbi yakılmamış ve karısına verilmiş.(Iyyk okadar da değil yaa. Elimde bir kalp olduğunu düşündüm de şu an. Öğğ fırlatıp kaçardım sanırım :))

Balzac çok fazla kahveden boğularak ölmüş.(Ah be Balzac baba bir kahve sevdasına canından oldun iyi mi ? Az tüketeydin ya şunu. Bir günde 50 fincan kahve mi içilir? Nefes almadan içmiş zaar :))

Edgar Allan Poe beyninde yaşadığı akut tıkanıklık yüzünden ölmüş.

Tolstoy bir tren istasyonunda donarak ölmüş.(Bak yine sinirlendim Tolstoy deyince. Sen kaç yıllık karına bir not bırakıp kaç git. Ondan sonra donarak  ay neyse susuyorum :) Yalnız karısı feci beddua etmiş bence :))

Arthur Rimbaud sifilis kurbanıydı. Sağ bacağı kesilmiş, felç geçirmiş ve yavaş yavaş komaya girmiş.(En korktuğumdan. Yavaş yavaş acı çeke çeke ölmek :(

Lionel Johnson içtiği bir gece bar sandalyesinden düşerek ölmüş.(Bir adam varmış sandalyeden düşmüş ölmüş gibi. Bu ne yaa. Böyle ölüm mü olur :))

Sherwood Anderson bir kokteyl partisinde kürdanı yuttuktan sonra karın zarı iltihabı geçirmiş ve ölmüş.(Buna söyleyecek lafım yok.  Kürdan yenir mi yaa? Açken beni bile yer la bu :))

Jock London aşırı doz morfin alarak üremiden 40 yaşında ölmüş.

Vachel Lindsay dezenfektan içerek kendini öldürmüş.

Virginia Woolf ceplerini taşla doldurarak kendini Ouse ırmağına bırakmış. (Ölümü sağlama almış :))

Franz Kafka veremden ölmüş.

Maxwell Bodenhaim manyak bir bulaşıkçı tarafından silahla öldürülmüş.

Oscar Wilde menenjitten ölmüş.

Devamı başka bir yazıda... Görüşmek üzeree :)


11 Haziran 2014 Çarşamba

MIŞ-MİŞ-MUŞ-MÜŞ (Başlığımın kusuruna bakmayın içimden böyle geldi :))

Bir kaç yazarın hayatını okurken bunlara denk geldim. İlginç bulduklarımı yazıverdim hemen. Bu şahsiyetler hiç normal değilmiş valla. Belki de geride bu kadar güzel eserler bırakmak için bu kafada olmak lazım bilemedim :)

Shakespeare yazdıklarından kazandığından daha fazla geliri tefecilik yaparak kazanıyormuş.(Hiç oldu mu şimdi yaa. Tefecilik nedir Allah aşkına. Karizma yerle bir bence şu an :))

Charles Dickens dünyanın en tuhaf  uyku alışkanlığına sahipmiş.Yatarken yüzü mutlaka kuzey kutbuna bakacak uzanırmış. En fazla vakit geçirdiği yer kimsesizler morguymuş.(Bu neyin kafası bebeğim ya. Yat zıbar işte ne yapacaksın uyurken kuzey kutbuna bakıp.)

Sivil itaatsizlik teorisini ortaya atan Hendry David Thoreau nadiren banyo yapar, saçlarını neredeyse hiç taramaz ve yamalı giysiler giyermiş.(Bööğğ iğrençsin. O günlerce yıkanmamış yağlı ve keçeleşmiş saçlarını taraman imkansız zaten :))

Walt Whitman eşcinselmiş ve en büyük aşkı ABD Başkanı Abraham Lincolnmüş. Şiir yazmadığı yada ona duyduğu aşkı anlatmadığı zamanlarda banyo küvetinde içki içerek bağıra bağıra şarkılar söylermiş.(Wuhuu aşka bak aşka :))

Balzac'ın günde yaklaşık 50 fincan kahve içtiği söylenirmiş. Kahve yapacak birisi olmadığında kahve çekirdeklerini çiğnermiş.(Hadi 50 fincan kahveyi de geçtim.. Afedersin de yani, kalkıp da bir kahve yapamadın mı kendine çekirdekleri çiğniyorsun şekerim. Bu kadar da hazırcılık görmedim :))

Tolstoy'un 13 çocuğu varmış. 48 yıllık evliliğinin ardından karısına "Benim yaşımdaki insanların sıkça yaptıkları birşeyi yapıyorum. Son günlerimi tek başıma ve sükunet içinde geçirebilmek için dünyadan vazgeçiyorum" yazan bir not bırakarak evinin terk ettiğinde 82 yaşındaymış. Birkaç gün sonra bir tren istasyonunda donarak ölmüş.(Evet Tolstoy abimiz iyi çalışmış. 13 çocuk ne yaa. Yazmak dışında yaptığı tek şey üremekmiş zaar :) Ayrıca çok ayıp etmiş. Sen kaç senelik karına not bırakıp kaç. Herhalde canına tak etmiş olmalı. Böyle beddua alırsan donarak ölürsün işte. Müstahak sana diyeceğim de severim seni içim cız etti kıyamadım yine hadi neyse :))

Mark Twain bugünkü anlamda stand-up gösterilerini dünyada ilk defa uygulayan kişiymiş.Daktiloyla yazılmış olarak yayın evine teslim edilen ilk kitap onun Missisippi'de Yaşam adlı kitabıymış.

Oscar Wilde çocukluğu boyunca annesinin isteği üzerine kız kıyafetleri giymiş.(Vah yavrııımm kıyamam sana ya. Nasıl bir annedir, nasıl bir vicdandır bu oğluna kız kıyafeti giydirmiş. Zorla tercihlerini değiştirecek çocuğun :))

Jack London 5 yaşında içkiye başlamış, 40 yaşında ölmüş.(Vaay 5 yaş mı o_O Erken ölmek için güzel bir yöntem. En iyisini yapmışsın bebeğim fazla yaşayıp da ne yapacaktın sanki :))

Virginia Woolf konuşmayı çok severmiş ve bir seferinde 48 saat aralıksız konuşmuş. Bütün eserlerini ressam olan kız kardeşinin çalışma biçiminden ilham alarak ayakta durarak yazmış.(Allah aşkına Virginia bu neyin kafası hayatım? 48 saat kime konuştun gözünü sevdiğim? Kim dinledi seni bu kadar? Taş olsa çatlar yahu. Ayakta durarak yazmışmış özenti şey. Kardeşin ressammış la ressam. Ne diye ilham alırsın ki ondan. Otur yaz işte ne yazacaksan. Bence bu kesin ressam olmak istemiş ama yeteneği yokmuş. Kıskançlığından  böyle yapmış :))

Franz Kafka et yemeği cinayetle bir tutuyormuş.Vasiyetinde yakın arkadaşından bazı eserleri dışında kalan diğer eserlerini yakmasını istemiş. Ancak arkadaşı onun vasiyetini yerine getirmemiş.(Aferin adama bak takdir edilesi birşey yapmış. Başkası olsa ya vasiyeti yerine getirir yada bunları ben yazdım diye çıkardı piyasaya. Türk olsa kesin ikinciyi yapardı ondan eminim :))

Agatha Christie 36 yaşındayken ortadan kaybolmuş. 10 gün sonra sahte bir kimlikle bir otelde bulunmuş. Soranlara ise ne olduğunu hatırlamadığını söylemiş ve bu olay sır olarak kalmış.(Ne olduğunu çok feci merak ettim yaa.)

Umarım sıkılmamışsınızdır okurken :)