24 Şubat 2014 Pazartesi

Bas Gazaa =)

Merhabalar... 
Bugün içim kıpır kıpır. Güzel bir gün geçirdim. Çok mu olağanüstü bir gün müydü derseniz, tabi ki değildi ama sanırım güne pozitif başlamak insanı böyle güzel etkiliyor. Haftaya mutlu başladım ve mutlu mutlu bitireceğim inşallah :)

Günlerdir hep tetikte bekliyorum direksiyon dersleri için ne zaman haber verecekler diye. Çünkü hiç mi hiç güvenmiyorum kendime bu konuda. (yazılı sınavı geçtim bu arada) Daha önce araba kullanmayı hiç denemedim. Sanki dünyanın en zor işini yapacakmışım gibi hissediyorum. Ne zaman yabancı bir numara arasa açarken hayır daha değil, olamaaz diyorum içimden. 

Bugün de inşallah daha haber gelmez diye düşünürken yabancı bir numara görünüverdi ekranda. Açmamla merhaba sürücü kursundan arıyorum cümlesini işitmem bir oldu. Artık köşeye sıkışmıştım. Kaçış yoktu. Korkularımla yüzleşme vaktiydi. 

Bugünkü dersim 7 de başladı neredeyse. Bari ilk araba kullanışımı gündüz gözüyle yapsaydım. Ama bir dahaki dersler gündüz olacak. 

Direksiyon başına oturdum. Adamın söylediği şeyleri dinlemeye başladım. Herşey iyi güzeldi de hadi bakalım çalıştır arabayı deyince bana bir kal geldi :) Ağzımdan çıkan tek şey "korkuyorum" =)

Adamcağız psikolojik destek aşamasına geçti ardından. "Bak korkacak hiçbirşey yok. Herkes doğuştan araba kullanmıyor. Birşey olduğunda ben buradan müdahale edeceğim. Biz bu iş için buradayız. Sakin ol. Bak sana müzik de açayım istersen biraz rahatlarsın belki" :D

Tabi baktı bende hala tık yok. "aaa böyle kaprisli öğrencileri hiç sevmem" dedi :D Çok bile dayandı zaten. Tabi ki şaka yapmıştı ama bu cümle bana artık gerekeni yapmam gerektiğini hatırlattı. Arabayı çalıştırdım. Trafiğin yoğun olduğu bir yerde değildik ama yine de karşıdan bir arabanın gelişini görmek benim direksiyonu bırakmama yetiyordu. Ben yapamayacağım boş bir alana gitsek dedim :)

Öyle bir yer bulduk. Aynı küçücük yerde dön babam dön :D Ama iyi de oldu rahatladım biraz. Sonra biraz daha kendime güvenerek çıktım caddeye. Nedense ayağımı gaza çok basıyorum. 

Hoca "korkuyorsun ama sende deli cesareti var. Hem bilmiyorsun hem de ayağını hiç gazdan çektiğin yok maşallah. Dönüşlerde bile ayağın gaza basıyor" diyor :D

Asıl yoğun trafiğe yarın çıkacağım. Eskisi kadar korkmuyorum. Eğlenceliymiş aslında :)

Vites değiştirirken bir süre düşünmem gerekiyor :) Buna alışmam biraz zaman alabilir sanırım. Aslında biraz da hata yapmaktan korkuyorum. Arada kendimi acayip kasmış olduğumu farkediyorum. Sanki direksiyonu o kadar sıkı tutunca ne değişiyorsa :)

Hoca da hoşgörülü neyse ki. Öyle gergin, asık suratlı bir adam olsa yarın ayaklarım geri geri gidecekti. Bu kadar hevesli değildim araba kullanmayı öğrenmek için. Ama şimdi çok istiyorum :) Hatta en kısa zamanda arabam olsuuun :) Bir de kırmızı olsuun :)

Sonuç olarak heyecanlı ama zevkli bir ilk deneyimdi :) Ama ilk ve ikinci sınav için pek ümidim yok. Çünkü benden önce arabayı kullanan bayan çok iyi kullanıyordu ve buna rağmen geçememiş. Dördüncüye girecekmiş sınava. Toplam 4 defa girme hakkım var. Bakalım inşallah en kısa sürede hallederim.

Artık dinlenme vakti. Üzerimde tatlı bir yorgunluk var. Yorgunluğun bile tatlısı var :) Şimdi biraz ayaklarımı uzatıp keyif yapayım bari :) 

Hoşçakalınn :)

23 Şubat 2014 Pazar

En Güzel Pazartesi :)


Yarın haftanın ilk ve en sendromlu günü. Pazartesinin psikolojisi bir başka oluyor maalesef. Ama bu defa farklı. Yarın farklı bir pazartesi yani sendromsuz olanından :)

Çünkü ilk 6 ay olan adliye stajım bitmiş durumda. Yarın resmi olarak yine 6 ay sürecek olan avukat yanı stajıma başlıyorum. Bu 6 ay da bitince ruhsatıma kavuşacağım sonunda.

Sonuç olarak artık kafamın yarısı adliye stajında olmayacak. Sonunda tamamen bir işe yaradığımı hissedebileceğim sanırım :) Geçirdiğim 6 ay bir tuhaftı. Kendimi bir yandan çok boş hissediyordum. Hep mecburiyetten, bir işe yaramadığımı bile bile insanların egoları tatmin olsun diye adliyede boş boş süründük diyebilirim buradaki stajyerler olarak :)

Şu an çok hevesliyim. Hemen yarın olsun istiyorum :) Güzelim uykumdan uyanmak bile zor gelmeyecek.Yorulmak istiyorum artık ya yeter. Eve bitmiş bir halde gelip kendimi yatağa bırakmak istiyorum. Ölü gibi uyumak istiyorum yorgunluktan :)

Tabi diyeceksiniz ki çok ararsın bugünlerini :) Evet orası da doğru ama artık vakti geldi  :) Yarın sanki herşey yeni başlayacakmış gibi hissediyorum. Bu ara çok pozitifim. Bu enerjim ondan kaynaklanıyor da olabilir. Aman nazar değmesin. Tü tü tü :)

Hayatımın sendromsuz ilk pazartesisi olabilir bu. Pazartesisi ne ya çok saçma oldu neyse :) Umarım hergün işime bu hevesle giderim. Daha yolun çook başındayım. Öğrenecek çok şeyim var. Çömez olmak zor :)

Herkesin sendromsuz bir pazartesi geçirmesini ve haftaya çok iyi başlamasını diliyorum :)

Mutlulukla kalın....






22 Şubat 2014 Cumartesi

Kürk Mantolu Madonna / Sabahattin Ali

Oldukça gecikmiş bu yazıyı yazmanın vakti geldi :)

Kürk Mantolu Madonna zevkle bir günde bile okunabilecek bir kitap. İnce zaten. Herşey iyi hoş da olaylarda eksik kaldığını hissettiğim birşeyler oluyor nedense. Tam olarak ben de ifade edemiyorum o eksikliği ama yine de gayet keyifliydi...

Öncelikle bir anlatıcı kahraman var. İşsiz olduğu bir zamanda arkadaşı Hamdi Beyle karşılaşıyor ve Hamdi Bey de şirkette ona bir iş ayarlıyor. Anlatıcı, şirkette aynı odada çalıştığı Raif Efendi'nin sessizliği, olaylar karşısındaki aldırmaz tutumu ve hiç kimseyle samimiyet kurmamasını ilginç bulur. Ama bu iki kahraman arasında bir türlü bir samimiyet kurulamaz.

Raif Efendi'nin yaptığı bir resmi gören anlatıcı onun hayatını, yaşadıklarını merak etmeye başlar.

Raif Efendi hastalanır ve işe gidemeyecek durumda olduğu için şirkette yapması gereken çevirileri anlatıcı alıp Raif efendinin evine götürür. Ev hayatını, ailesini ve o evde yaşayan insanların Raif Efendi'ye davranışlarını gözlemler.

Raif Efendi'nin hastalığı tekrarlar. Hem de daha ağır bir şekilde ve anlatıcıdan şirketteki eşyalarını toplayıp getirmesini ister. Anlatıcı eşyaları toplarken bir defter bulur fakat içine hiç bakmaz. Raif Efendi o defteri sobada yakmasını ister. Anlatıcı o defterin içinde Raif Efendiye dair merak ettiği soruların cevaplarını bulabileceğini anlar ve defteri okumak için Raif Efendi'yi ikna eder.

Ve Raif Efendi'nin bu karaktere sahip olmasına sebep olan olayları okumaya başlar. Bu kısımdan sonra sadece Raif Efendi'nin hayatından bahsedilmekte. Babasının onu sabunculuk işini öğrenmesi için Almanya'ya gönderişi, onun ise bu işe hiç ilgi duymayıp sanat galerileri sergilerde vakit geçirirken, bir sanat galerisinde Kürk Mantolu Madonna adlı tabloya adeta aşık oluşu ile olaylar başlıyor.

Bu tablonun sahibi ve tablodaki kadının ta kendisi olan Maria Puder ile tanışır ve ona aşık olur. Onunla yaşamak nedir onu öğrenir. Maria Puder ise erkekler konusundaki düşünceleri oldukça farklı olan bir kadındır. (Bu düşünceleri üzerine oldukça düşündüğümü söyleyebilirim :)  )

Maria Puder ile Raif Efendi birlikte olurlar. O günden sonra Maria Puder bir süre Raif Efendi ile görüşmek istemez. Raif Efendi dayanamaz ve Maria Puder'in evine gittiğinde onun hastaneye kaldırıldığını öğrenir. Maria iyileştiğinde tam ilişkileri iyice düzene gireceği sırada gelen telgrafla Raif Efendi babasının öldüğünü öğrenir. Türkiye'ye geri dönmek zorunda kalır.

Uzun süre mektuplaşırlar. Raif Efendi Maria'yı yanına alabilmek için işleri yoluna koymaya çalışır. Maria da mektuplarında hep ona bir sürprizi olduğunu ama Türkiye'ye gelmeyi beklediğini söyler. Ama bir süre sonra mektuplara cevap gelmez. Daha önce gönderdiği mektuplar da kendisine iade edilir. Raif Efendi Maria'nın hayatında başka bir adam olduğunu bile düşünür ve bir başkasıyla evlenir.

Yıllar sonra Almanya'da kaldığı pansiyondan tanıdığı bir kadına rastlar. Ona Maria'yı sorar. Ondan öğrendikleriyle tüm hayatı alt üst olur. Maria'nın öldüğünü mektuplara bu yüzden cevap alamadığını ve hastalığı döneminde bir çocuk dünyaya getirdiğini öğrenir. Bu çocuğun babasının kendisi olduğunu anlar.

Çünkü rastladığı kadın, Maria'nın ona çocuğunun babasının bir Türk olduğunu anlattığını söyler.Mektuplarda bahsedilen bu sürprizin aslında bir bebek olduğunu fark eder Raif Efendi. Kadının yanındaki kız çocuğunun aslında Maria ile kendi kızı olduğunu anlar. Ancak o kişi benim, o kızın babası benim diyemez tabi. Kız ve kadın trene binip giderler.

En çok da kızına bir sarılamadı ya ona kızıyorum.

İşte gerçekleri öğrendikten sonra Raif Efendi hayattan zevk almayan sadece aynı evde kaldığı aile bireylerinin ihtiyaçları için kullanılan bir adam haline gelir.

Sonuç olarak anlatıcının da dediği gibi, Raif Efendi tam hayattan çekip giderken bulduğu bu defterle anlatıcının hayatına asıl şimdi girmiştir.



21 Şubat 2014 Cuma

Uzun Bir Aradan Sonra =)


Merhabalaar :)

Ne çok özledim burayı. Kendim birşeyler yazmayı, yazılanları okumayı, yorum yapmayı... Blog güzel şey vallahi yokluğunda daha iyi anladım. Nerelerdeydin diye merak edeniniz olursa söyleyeyim, aylardır uykumu kaçıran, beynimde dönüp duran, yeter artık dememe sebep olan sorunlar çözüldü sanırım. Birkaç gündür deliksiz uyuyorum inanamıyorum kendime :) İçimdeki korkular sona erdi sonunda. 

Tabi Allah korusun ama tekrarlanmayacak diye birşey de yok tabi. Ben gereken önlemleri almaya başladım. Yaşadığım bu saçma olayları unutup yoluma devam etmek istiyorum artık.

En güzeli de ne biliyor musunuz? Ailenizin, arkadaşlarınızın, dostlarınızın desteğini hissetmek. Ayrıca hayatımdaki kişinin duyduklarına kulak asmayan, bana güvenen, beni seven, savunan ve hiç yalnız bırakmayan biri olduğuna bir kez daha emin oldum bu olayla. Bir an bile olsa yalnız olmadığımı görmek bana güç ve cesaret verdi. 

Birçok hata yaptım. Hatta hata yaptığımı bile bile belki de bir ümit olaysız biter diye sürdürdüm bu durumu. Sonra bir de baktım ki kontrolümden çıkmış. Korkularımı kafamda öyle bir büyütmüşüm ki baş edemiyorum. Resmen bir köşeye sıkışmıştım. Sürekli ben ne yapacağım diye düşünürken o kıskaçtan çıktım sonunda. Ama tek başıma bunu asla başaramayacığımı, cesaret edemeyeceğimi de biliyordum.

 Keşke azıcık cesaretli olabilseydim. Ama zamanı geri alamıyorum ne yazık ki. Bu da bana ders oldu demekten başka seçeneğim yok.

Çok mutluyum ve artık aynı aksilikler tekrarlanmadıkça mutlu bir şekilde buralardayım :) 


Görüşmek üzere :)


19 Şubat 2014 Çarşamba

Bloğumda Tuhaf Şeyler Oluyor :/

Zavallı blog... Kendi kendine yazılarımdaki resimler siliniyor, sonra geri gelip tekrar kendini güncelliyor. Bazıları da geri gelmiyor. Bloğun bağlı olduğu mail adresimi değiştirdiğimden beri bir manyaklaştı. Pişman oldum vallahi.

Bu ara hiç bakamadım buralara. En kısa zamanda dönüşüm muhteşem olacak umarım :(


11 Şubat 2014 Salı

...

Merhabalar :)

Bloğumla ilgili problemi Göçebe Düşünceler bloğunun sahibi Harun sayesinde çözmüş oldum. Ne kadar teşekkür etsem azdır :)
Şimdilik başka bir problem yaşamıyorum. İnşallah böyle devam eder. Bu teknik işler hiç bana göre değil :)

3-4 gün yokum buralarda. Gelince yazılanları okumak çok zevkli olacak eminim :)

Hoşçakalııınn :)

10 Şubat 2014 Pazartesi

YARDIMMM!!

Merhaba arkadaşlar.

Blogger için kullandığım mail adresimi değiştirdim. O yüzden her birinizi yeniden takip etmek zorunda kaldım. Karmakarışık bişeyler oldu işte. Şöyle bir sorunum var. Önceki mail adresimde izleyiciler kısmında benim profilime tıklandığında bloğumun ismi de görünüyordu. Fakat artık görünmüyor. Ne yaptıysam olmadı.

Bir de şu fotoğrafın en saçma yerinde yer alan google ın g simgesini kaldırmak istiyorum. Ama o da olmuyor.

Yardımcı olursanız sevinirim blogdaşlar :)

Hoşçakalın..

8 Şubat 2014 Cumartesi

Tek İyi Haber

Önceki yazımda yazmayı unuttum. Bu sabah yazılı ehliyet sınavına girdim. Sıkıntılı zamanlar geçirdiğim için pek çalışamamıştım ve geçemeyeceğimden emin bir şekilde girdim sınava. Ama sorular oldukça kolaydı. Daha önce girenlerden duymuştum zor olmadığını. Ama bu kadar da kolay olacağını düşünmemiştim açıkçası. Bu aralar hayatımdaki tek iyi haber bu sanırım.

Okula girmeden önce üst araması yaptılar. Aman Allah'ım ne arama ama. Soyunacaktım artık sinirimden neredeyse. Bayan polis arkadaş her yerimi mıncıkladı. Bir de sırtımın ortasına bastırıp bu ne diye soruyor. Siz de bayansınız bilmeniz lazım bence dedim. Bozuldu. Hayır niye bozuluyosun arkadaşım sanki bilmiyorsun ne olduğunu. Niye kendini bile bile salak yerine koyuyorsun. Bir iş yapıyorum havalarında olacak ya ondan. Sanki FBI ajanı gibi davranıyor. Manyak mı ne zaten sinirim tepemde..

İnsanlar da bir garip sınava giriş kağıdında yazmışlar işte cep telefonu ile gelmeyin diye. Neden getiriyorsun ki yanında. Kapıda da sanki ilk defa duymuş gibi aa e nereye bırakacağım demiyorlar mı. Yada aldıkları kağıdı okumuyorlar bilemiyorum. Bir oku bakalım ne yazıyormuş değil mi ama. 

Bazı kızlarımız da sabah sabah üşenmemiş süslenmiş püslenmiş ama çantalarındaki çöpleri temizlemeyi unutmuşlar anlaşılan. Bayan polis arkalarından söyleniyordu " kızımız kendini süslemiş ama çantası çöplük gibi elimi sokmaya utandım vallahi " Haklı da yani.Görüyorsun işte çantalar aranıyor. Bari git bir çöpe at çantandaki çöpleri. 

Dikkatimi çeken birşey daha oldu. Sınava gireceğim sınıfa gitti yerime oturdum. Tahtanın bir köşesine yazı yazmışlar. Lütfen! Söz almadan konuşma!

Bu ne yahu böyle. Lütfenle başlayıp bu kadar kaba biten bir cümle görmedim hayatımda. Hem de bir ilkokul için asılmış bir uyarı bu. Konuşma lan konuşmasana der gibi. Neden rica etmeyi beceremediğimiz anlaşıldı. Öğrenemedik ki hiçbir zaman. Kimse öğretemedi. Öğretmenler de dahil. Yapıştırılmış o yazı saygısızlık ve kabalıktan başka hiçbirşey değil. Allah akıl fikir versin.

Ne çok dırdır ettim. Bu blog güzel birşeymiş be. Kafamı boşaltıyorum. Herkesin yazdıklarını okuyunca kafam dağılıyor. Alışkanlık haline gelen güzel bir uğraş oldu benim için.

Neyse gitme vakti :)

2 Şubat 2014 Pazar

Bir Ergenin Teyzesi Olmak Zor İş Azizimm


Az önce yine bir anne kız kavgasının içinde buldum kendimi. Telefonda bile olsa :)

14 yaşında bir ergenin teyzesiyim :) Yeğenim kendini bana çok yakın hissediyor. Beni herkesten kıskanıyor diyebilirim. Kendi annesinden bile. Biz ablamla bu seneye kadar yeğenimin yanında birbirimize sarılamazdık. Çünkü ikimizi de kıskanıyor deli :)
Bizim sevgili ergen bana sürekli " teyze biz ilerde birlikte yaşayalım, annemi arada bir görsem de olur" diyor. Bazen de "evleneceğin kişiyi önce benimle tanıştıracaksın ve benden de onay alacaksın" diyor. Kendini nasıl bir yere koyduğunu siz düşünün artık :)

Ben de şımarığı çok seviyorum tabi ki. En güzeli de bana sarılıp boynumun altına sokulup teyze çok güzel kokuyorsun, seni çok seviyorum demiyor mu ağzını yüzünü ısırasım geliyor :D

Neyse çok dağılmadan konuya gireyim :) Ablamla bizim şımarık ergen yine tartışmışlar. Ergene bişey söylemeye gelmiyor ki hemen off poff tamam susun deyip kalkıp gidiyor odasına. Lafı ağzına tıkayıveriyor. Ablam da zavallım elinden geleni yapıyor bu dönemde ona yardımcı olabilmek için. Ama yeğenim hep baskı gördüğünü düşünüyor nedense. Ne yaparsan yap yaranamıyorsun :) Hep bana çok karışılıyor havasında.

Tamam ben de o dönemlerde bana öğüt verilmesinden nefret ederdim. Ama insan kendini birkaç birşey söylemeden de tutamıyor ki teyze olarak :D Sonra bana dönüp "sen de mi teyze. İyice anneme benzemeye başladın. Bari sen yapma" deyince ne diyeceğimi şaşırıyorum.

Ablam telefonda daha nasıl davranayım bilmiyorum ki. Serbest bırakıyorum, karışmıyorum hiçbirşeye ama ufacık birşey söyle sanki evde hep baskı görüyormuş havasına giriyor diyor. Anne olmak da zor be :D

Ablamın tek derdi yeğenimle arkadaş gibi olmaya çalışmak. Ki bence bu imkansız. Annem de bunu çok yapmaya çalıştı. Ama başarılı olamadı :)

Bir kişisel gelişim sayfasında görmüştüm. Şöyle yazıyordu:

     "Çocuğunuzla arkadaş olmayın. Çünkü arkadaşlıkta eşitlik var. Oysa siz onunla eşit değilsiniz. Anne-babasınız. 
Çocuğunuzla arkadaş olmayın, etkili anne baba olun. Onu dinleyin. Nasihatçı değil refakatçı olun. Hayatı boyunca birçok arkadaşı olacak. Bırakın bir tane ana babası olsun."

Bence çok doğru. Ne yaparsanız yapın arkadaş olunmuyor bu veletlerle :)

İşte ben de böyle ablamla yeğenim arasındaki problemlere yardımcı olmaya çalışıyorum. Ama ablamı desteklesem yeğenim laf söylüyor. Yeğenimi desteklesem yüz bulup çok şımarıyor. İki arada bir derede kalıyorum vallahi. Yoruldum be :D

Bu akşam ne çok çenem düştü benim böyle yahu :D

Neyse kaçtım ben :))

Trafiği yavaşlatmaya adayım =)


Daha önceki yazımda cumartesi günü yazılı ehliyet sınavımın olduğundan bahsetmiştim. Kitabı buldum ama çalışamıyoruuum :(

 Ne güzel kahvemi yaptım, yanıma çikolatamı aldım. Koydum kitabı önüme ama yok. Olmuyor. Herhangi bir sınav için birşeyler öğrenmeyi unutmuşum resmen okul bittiğinden beri.

Canım çalışmak istemiyor. Telefonla uğraşıp mesaj yazıyorum, twittera, facebooka bakıyorum, bloğa bakıyorum. Herkesin yazdıklarını okuyorum dikkatlice. Ama bir şu önümdeki kitaba bakamıyorum. 

Bir de yüzsüzce bu sınavı ilk girdiğim anda aradan çıkartmak istiyorum. Önce bir çalış değil mi? Sanırım sınavın çok kolay olduğu ve hep çıkmış soruların sorulduğunu duyduğum için bu kadar rahatım. Ama sonuçta çıkmış soruları da doğuştan bilmiyorum ya.

Neyse asıl korkum direksiyon sınavından. Bunu bir şekilde hallederim. 

En tırstığım şeyse iki araba arasına park etmek. Olacak iş değil :D

Sonuç olarak trafiği yavaşlatacak yetenekli bayanlar kategorisinde adayım arkadaşlar. Vatana millete, sinirli ve sabırsız sürücülere hayırlı uğurlu olsun. Bekleyin beni ve sıkı tutunuuun  :D

Ama içimde kalan birşey var ki o da şu :)


Böyle tatlı bir motosikletim olsa daha mutlu olabilirim =) Ayrıca mümkünse pembe olanından istiyorum :)

Neyse bu gece de bu sınav için bir başlangıç yapamayacağım anlaşıldı. Elim işte gözüm oynaşta.

:)

Böyle Pazar Günü Mü Olur??



Gece geç uyuduğum için bu sabah 12:30 da gözümü açtım. Güzeel bir kahvaltı keyfi yapacağım diye fırladım yataktan. Dört dörtlük bir kahvaltı hazırladım kendime. Annem çoktan kahvaltısını yapmıştı tabi beni mi bekleyecek kadın öğlene kadar. 

Tabi sonra ben kahvaltımı yaparken başladı klasik dırdıra. Gece yatmazsın sabah kalkmazsın. Böyle şey
mi olur. Gecen gündüzün karışıyo ... şeklinde daha bir sürü cümleyle devam etti. Ben sadece evet anne tamam anne diye alttan alıyorum. Baktı benim keyif çok uzun sürecek. Hadi kalk artık temizlik yapacağız dedikçe sinirlerim zıp zıp zıplıyordu beynimde zavallıcıklar :) Zaten cumartesi günü de temizlikle geçti anne yaaa diye isyan etmeye başladım. 

Ama yok yine kazanan annecik oldu ne yazık ki. Neyse tam işleri bitirdim odama çekileceğim zil çaldı. Kapıyı açtım bir de ne göreyim? En sinir olduğum, sesine, muhabbetine, görüntüsüne katlanamadığım sevgili komşumuz gelmiş. Dünyam başıma yıkıldı yeminle.

Şimdi herkes misafirden nefret ettiğimi düşünecek :) Ama yok o kadın bir başka tam nefretlik. 

Koca kız olmuşum misafir gelmiş hadi size iyi oturmalar deyip odama gidecek halim de yok tabi. Ergenliğin en güzel yanı da buydu sanırım. Kim gelirse gelsin hiç umrumda olmazdı. İnsanların gözüne de batmazdı benim odada olmamam. Ama artık eskisi gibi değil tabi. Azıcık büyüyünce her hareketin inceleme altında.

Neyse çayı demledim, oturuyoruz. Akşam olacak kadının gitmeye niyeti yok. Benim suratım gittikçe asılmaya başlıyor tabi. Bir de demez mi bana güzelim çok sessizsin hasta mısın? He evet hastayım, çok hastayım. 

Ve bekleyiş sona erdi. Gitti sevgili misafirimiz. Tabi akşam oldu artık gün bitti sayılır akşam yemeği falan derken. 

Hayal ettiğimle alakasız bir pazar günü yaşadım. Hele de o kadınla daha da iğrençti. Benim hayalim uzuuun bir kahvaltı ve çay keyfinden sonra film ve dizi izlemek, kitap okumaktan ibaretti. Hiçbirini yapamadım. Böyle Pazar günü mü olur arkadaş ya. Kıyamam bana.

Şimdi uyuyana kadar olan zamanımı iyi değerlendirmeliyim. Bugün bitmeden iyi bir pazar günü haline getirmeliyim bugünü :)

Ayrıca daha cumartesi günü olan yazılı ehliyet sınavına çalışmaya bile başlamadım. Kitabı nereye koyduğumu bile hatırlamıyorum. Bu akşam ona da bir başlangıç yapayım bari :)

Mutlulukla kalın emi  =)

Aynı Yıldızın Altında / John GREEN

Aynı Yıldızın Altında beklentimi çok yüksek tutarak başladığım bir kitaptı. Fakat hayal kırıklığına uğramış bulunmaktayım :) Aslında beklentimi neden yüksek tuttuğumu da bilmiyorum. Sanırım kapağının cazibesine kapılmış olmalıyım :) Kitabı gördüğüm gibi vurulmuştum oysa ki ayyy ne şirin diye :)

Neyse biraz bahsedeyim bari kitaptan. O kadar okudum. İçimde kalmasın yorumcağızlarım :)

16 yaşındaki Hazel Grace kanser hastası. Bu hastalık hayatının büyük bir kısmını kısıtlamasına yetiyor. Ailesi sürekli normal bir yaşam sürmesi daha doğrusu olması gerektiği gibi bir ergen hayatı sürmesi için uğraşıyor.

Hazel istemeyerek gittiği Kanserli Çocuklar İçin Destek Grubu'nda Augustus ile tanışıyor. Ve birbirlerine aşık oluyorlar tahmin ettiğiniz gibi.

Birlikte sayılı günlerinde sonsuzluğu yaşamak için çabalıyorlar. Fakat Augustus bu savaşta yeniliyor ne yazık ki. Bu da tahmin ettiğim bir sondu. Sanırım o yüzden zevk alamadım bu kitabı okurken.

Biraz da öldükten sonra hatırlanmak ve bir iz bırakabilmek konusunda düşündürüyor.

Kitap bittiğinde biliyordum ya of neden daha farklı bitmedi ki dedim içimden.

Kitabın en güzel kısmı Hazel'in en sevdiği kitabın -Görkemli Izdırap'ın- yazarına Augustus ile birlikte ulaşmaları. Fakat ihtiyarın onları bekledikleri gibi karşılamaması ve kitap ile ilgili sorularına karşılık bulamamaları. Augustus'un cenazesinde bu yazarın çıkagelmesi ve bunun sebebinin de ölmeden önce Augustus'un ihtiyara yazdığı mektup olması. Tek şaşırdığım kısım bu oldu.

Görkemli Izdırap adlı kitapta da kanserden ölen bir kızın hikayesi anlatılıyor. O kitap bir cümlenin yarısında son buluyor. Çünkü kız ölüyor. Aynı Yıldızın Altında'da dendiği gibi "hayatın ortasında, bir cümlenin ortasında ölüveriyorsun." Hazel de kendini o kitaptaki kahramanla özdeşleştiriyor.

Hastalık ile sağlık arasında bocalayan iki gencin hikayesini anlatıyor yani anlayacağınız. Öyle işlenmiş bolca olay ve konu yok. Açıkçası ben biraz basit buldum. Hep beni içine çekecek daha farklı birşeyler bekledim ama maalesef olmadı  :)
                         
***

Kitaptan şu alıntıyı yapmadan geçmek istemiyorum.

 " Öyle bir zaman gelecek ki, hepimiz ölmüş olacağız. Hepimiz. İnsanların varolduğunu veya türümüzün herhangi birşey yaptığını hatırlayabilecek tek bir insan evladının bile kalmadığı bir zaman gelecek. Sizi beni bırakın, Aristotales veya Kleopatra'yı bile hatırlayan kimse kalmayacak. Yaptığımız inşa ettiğimiz, yazdığımız, düşündüğümüz ve keşfettiğimiz herşey unutulacak ve tüm bunlar boşa olacak. Belki o zaman yakınlardadır. Belki de milyonlarca yıl uzakta.

Ama güneşin çökmesinden sağ kurtulsak bile sonsuza kadar yaşamayacağız. Organizmalar bilinç kazanmadan önce de vakit vardı, sonra da olacak. Eğer unutulmanın kaçınılmazlığı seni endişelendiriyorsa bunu görmezden gelmeye çalışmanı öneririm. İnan bana diğer herkes böyle yapıyor."

                                                            Sevgilerle...

                                                               =)